Sosyal bilimlerde kültür tanımlama ve yorumlama açınları da insanlığın gelişimi ile günden güne daha geniş ölçekli perspektifleri ele almaktadır.
Sosyal bilimlerde kültür: Kültür Kavramının Kökeni
Kültür terimi, Latince, Colere fiilinden türemiştir.
- 18. yy’a kadar genellikle tarımsal etkinliklerde, toprağı ıslah etme, ürün yetiştirme gibi benzeri anlamlarda kullanılmıştır.
- Ancak 18. Yy.’dan itibaren, Aydınlanma düşüncesiyle beraber, kültür terimi, toplumsal değer ve davranış biçimlerini ifade eden, toplumsal anlam kazanmıştır.
- Aydınlanma döneminde; tarımsal etkinlikler anlamında kullanılmasının yanı sıra, insan zihninin etkin şekilde geliştirilmesi anlamını da kazanmıştır.
Aydınlanma Dönemi’nde antropolojinin de gelişmesiyle, kültür, belirli bir halkın -bütün yaşam biçimi- anlamında yaygın olarak kullanılmaya başlamıştır. Kültür olgusunun, üç anlam katmanı olduğu söylenebilir.
- Genel bir entelektüel
- Tinsel-estetik gelişim süreci (uygarlık medeniyet anlamında)
- Entelektüel ve sanatsal ve etkinlik pratikleri (yüksek kültür anlamında)
- Aynı zamanda, bir grubun ya da bir dönemin yaşam biçimi olarak kültür terimi, farklı bir anlama sahiptir.
Sosyal Bilimlerde Kültür: Yaklaşımlar
Antropolojik Yaklaşımlar
Kültür, farklı antropoloji geleneklerinde, değişik şekillerde ele alınmıştır.
- Fakat antropologların birçoğu kültürün, insanların öğrendiklerinin ve eylemlerinin niteliğiyle ilgili olduğuna dair hemfikirdir. İnsan türünü diğer canlı türlerinden ayıran dünyayı kavramsallaştırma ve bunu simgeler aracılığıyla anlatabilme yeteneği en eşsiz niteliğidir.
Evrimci ve Tarihselci Yaklaşımlar
Evrimciliğin ilk ve en önemli temsilcilerinden olan, Edward B. Taylor (1832-1917) aynı zamanda, antropolojinin konusunun kültür olduğunu belirten ilk bilim insanıdır.
- Tylor, kültürel olanla, biyolojik olan arasındaki ayırıma vurgu yapar. Tylor’a göre kültür, bir dönemin ya da bir toplumsal grubun yaşam biçimi, olarak tanımlanır ve yalnızca insanlık kültüre sahiptir.
- Tylor’ın tanımlanmasıyla, kültür tanımının, insanların gündelik toplumsal yaşamlarının tamamını kapsayacak şekilde genişlediğini söyleyebiliriz.
Her bir kültürün, ayrı ayrı incelenmesi gerektiğini çünkü her kültürün, kendine özgü ve ayrı bir tarihi olduğu görüşü, Franz Boas (“858-1942) tarafından kültürel görecelilik yaklaşımıyla ele alınır.
- Bu görüşe göre, her kültür kendi tarihinin ürünüyse, var olduğu bağlam içerisinde de inceleniyorsa, insan kültürlerini daha ilkel ya da daha uygar olarak nitelemek ya da kültürler arasında karşılaştırma yapmak sorunlu bir analizdir.
- Tylor’a göre, kültür insan yeteneklerinin birikimi iken, Boas’a göre kültür, “bir topluluğun toplumsal davranışlarının bütün ifadelerini, bireylerin içinde yaşadıkları grubun alışkanlıklarından etkilenen tepkilerini ve bu alışkanlıkların belirlediği insan etkinlikleri” kapsayıcı şeklindedir.
- Boas bu noktada, “kültürel gözlük” benzetmesini önerir. Bu gözlük, içinde yaşadığımız dünyayı algılamamızı ve toplumsal yaşamlarımızı anlamını, yorumlamamızı sağlar.
Kültürel göreceliliğin bir adım sonrasıysa, etnik-merkezcilik eleştirisidir.
- Etnik merkezcilik, bireyin diğer kültürleri yorumlarken, kendi kültürünü dikkate alması, yüceltmesi, diğerlerini aşağılamasıdır. (örneğin burada kültür tanımlaması oldukça başka bir anlamsallığa taşınmıştır denebilir.)
- Bu bağlamda, etnik-merkezcilik bünyesinde ırkçılığı da barındırdığı için, kültürel göreceliliği, yani başka kültürleri; kişinin kültürünün baz alarak değil, o kültürün bağlamı içinde görmesini savunmak önemlidir. ( Ve esasen ırkçılık yorumlaması da bu noktada olduğu gibi çoğu anlamda yanlış yansıtma yapılmaktadır.)
Sosyal Bilimlerde Kültür: İşlevci ve Yapısalcı Yaklaşımlar
Antropolojik yaklaşımda, işlevsel yaklaşımın en önemli temsilcisi olan Bronislav Malinowski’ye (1884-1942) göre, her biyolojik ihtiyaç, bir kültürel sisteme yol açmakta, gereksinimleri karşılayan kültürel uygulamalar ise, yeni kültürel ihtiyaçları üretmektedir.
- Toplumlar bu gereksinimleri karşılamak adına, din, sanat, hukuk, aile, akrabalık gibi kurumları geliştirmişlerdir.
Yapısalcı-işlevselci ekolün kurucusu olan, Radcliffe-Brown (1881-1955) din, sanat, hukuk gibi kurumların bir kültürün anlaşılmasında, merkezi rol oynadıklarını kabul etmektedir. Ancak Malinowski’nin tersine, kültürel işlevleri, bireysel ihtiyaçların karşılanması değil, toplumsal yapısının sürdürülmesi olarak görmektedir.
- Brown, bir toplumun her gelenek ve inancının, dolayısıyla kültürün, o toplumun yapısını sürdürmeye dönük belirli bir işlevi olduğuna inanır. Toplumun varlığını, sürdürmesi buna bağlıdır.
Genel anlamda, yapısalcılara göre kültür; temelde yatan bir düşünce kalıbının ürünüdür. Her bir kültür, kendi fiziksel ve toplumsa çevresi tarafından olduğu kadar, tarih tarafından da biçimlenir.
- Yapısalcı olarak, Levi-Strauss (1908-2009) kültürü insan zihninin simgesel ifadeleri olarak görür. Bu tikel kültürler için, olduğu kadar genel kültür kavramı için de geçerlidir.
Sosyal Bilimlerde Kültür: Sosyolojik Yaklaşım
Antropolojinin kültür terimini, temel konu edinmesinin yanı sıra sosyoloji de toplumun bir bileşeni olarak inceler.
- Sosyolojide kültür, bir toplumun eğitim, sanat, teknoloji, hukuk, siyaset gibi temel alanlarında maddi ve manevi olmayan, tüm birikimlerini kapsar. Bu bağlamda, birey topluma ait olup kültüre de sahiptir.
- Sosyolojik düşünce tarihinde kültür, farklı kurumsal bakış açıları tarafından bütünleştirici öğelerle çatışması öğelerin kaynağı olarak ele alınmıştır.
Bu bakış açısına göre, kültür toplumsal öğelerin birbirleriyle olan ilişkilerinde, ortak değerler çerçevesinde ortak bilinci ifade eden, düzen ve sürekliliği sağlayan bir kavram olarak bütünleştirici bir role sahiptir. Bu konuda, özellikle yapısalcı ve işlevselci yaklaşımlar, kültürün, toplumsal uzlaşma ve toplumsal bütünlük sağlamada büyük önem taşıdığını vurgular.
- Yapısalcı yaklaşımın, kültüre ilişkin kuramsal çerçevesinin temeli yapısal dilbilim ile göstergebilimsel alandaki çalışmalardır.
- Yapısalcılıkta kültürle dil birbirine benzeyen kavramlar olarak ele alınır. Yapısalcı yaklaşımda, asıl odak, bireysel insan bilinci değil, kültür sisteminin rolü ve kültür sistemi çalışmalarıdır. Bu anlamda, kültürün, tıpkı dil gibi bütünlükçü bakış açısından okunması bu yaklaşımla mümkündür.
Farklı bir anlamda, yapısalcı yaklaşım, kültürün dilde yaşadığı, geliştirdiği ve biriktiğini, dilin de kültürün hazinesi ve bilincini oluşturduğuna vurgu yapar.
Dramaturjik yaklaşımsa, toplumsal eylemi oyun metaforu üzerinden anlatır. Toplumsal hayatı, sahnelenen bir dramaya benzeterek bireyleri bu oyunu sergileyen aktörler olarak ele alır. Bu yaklaşım, oyunun gerçekleşmesinde bir arada tutucu motifler üzerine eğilir.
Kültürün çatışmacı ögelerin kaynağı olan Marksist yaklaşıma göre kültürün, yönetici sınıfın görüşlerini yansıtan, onu meşrulaştırıp onun çıkarlarına hizmet eden bir işlevi bulunur.
- Hegemonya ve ideoloji kavramları, çerçevesinde ele alınan kültür kavramı, toplumsal eşitsizlikleri, sınıf çatışmalarını ve baskın sınıfın meşruluğunu yeniden üreten bir unsur olarak ele alınmıştır.
Frankfurt Okulu kültürü bir mücadele alanı olarak çözümler.
- 1923Wte Frankfurt’ta kurulan bir grup genç filozofu bir araya getiren Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (Institut für Sozialforschung), zaman içinde önemli bir düşünce okulu haline gelmesiyle kısaca Frankfurt okulu olarak anılmıştır.
- Başlangıçta Marksist düşünceye eleştirel bir tavırla yeni bir yön vermeyi amaçlayan Frankfurt Okulu düşünürleri, Nasyonal Sosyalizm’in Almanya’da iktidarı ele geçirmesiyle birlikte sürgüne gitmek zorunda kalmışlar ve çoğu, ABD’deki gözlemlerinden yola çıkarak, kitle kültürü, kültür endüstrisi, propaganda, otoriter kişilik gibi olgular üzerinde, kültür temelli araştırmalar yapmışlardır.
Kitle kültürü eleştirisi yapan okul, kültür endüstrisi kavramını geliştirmiştir.
- Buna göre, kültür endüstrisi standartlaşmış ürünler sunarak, izleyicilerin algısında gerilemeye neden olur ve toplumsal eşitsizlikleri yeniden üretir.
- Eğlence ürünü üretimi ve dağıtımı yapan medya ve eğlence şirketleri kültür endüstrilerine girmektedir.
Genişletilmiş bir kültür kavramını yaşama geçiren Birmingham Okulu hem yüksek kültür-aşağı kültür ayrımına hem de herhangi bir kültürel tabakalaşmaya karşı gelerek böylesi yaklaşımlardan öneli bir kopuş gerçekleştirmiştir. Birmingham Okulu ayrıca kültürü birleştirici bir sistem ya da paylaşılan değerler bütünü olarak değil, aksine bir mücadele ve çatışma alanı olarak tarif etmiştir.
- Hegemonya: Bir toplumda hakim sınıf ya da yönetici sınıfın iktidarını doğal ve meşru göstermesi, kendi sınıfsal çıkarlarını evrensel çıkarlar olarak ifade etmesi durumu.
- Antoniı Gramsci tarafından, formüle edilen hegemonya kavramı- kuramı kapitalist bir toplumda, yönetici sınıfın ideolojisini kitlelere çoğu zaman güce başvurmaksızın onların rızasını kazanarak empoze edişini açıklar.
Toplumsal tabakalaşma ve sınıf çatışmasını dinamiklerinden olan yüksek kültür ve popüler kültür ayrımı, kültürel etkinliklerin toplumsal kimlikler üzerindeki yansımasından, ana akım kültürün dışında kalarak alt-kültürlerin ortaya çıkmasına kadar bir çatışma ortamı yaratır. Yüksek kültür, bir dizi entelektüel ve sanatsal faaliyetle bunların ürünlerini tanımlamada kullanılırken popüler kültürse, çok geniş kitleleri hedef alarak pazara sunulan kültür ürünlerini ve bu ürünlerini ve bu ürünleri tüketen grupları ifade eder.
Kültür tanımlama ve kategorileştirme anlam yansıması:
Kültür, esasen sadece insana özgü bilgileri ve nitelikleri değil, var oluşa ve yaratıma ait tüm olguları içerir. Ancak bu verileri aktaran bir nevi aracı olan ins’andır. Ve insanın yaşamsal anlamda gelişmesi ve bilinçliliği artması ile tanımlama nitelikleri de tabii ki değişmekten ziyade genişlemiştir. Bu sebeple de anlamak ve anlamsal yansımasını daha iyi aktarabilmek adına kategorilere ayırarak özümsenmeye çalışılır. Bu nedenle ki kategorileri bir ayrım niteliği olarak görmek yerine konuyu ele almak amacını yansıtmak olduğunu görebilmek önemlidir.
Simgelerin Kaynağı Olarak Kültür
Kültür kavramının varoluş koşullarından birisi, sürekli olarak iletişime konu olmasıdır.
- Zira insanın doğayı dönüştürerek ürettiği nesneler ve simgeler, ancak insanlar arasında sürekli bir gösterge ve kod alış-verişi olduğu sürece var olabilirler.
- Bu sürekli simge alış-verişine iletişim adı verilmektedir. İletişimin çeşitli biçimleri ve araçları vardır.
- Ancak bu çeşitliliğe rağmen, her tür iletişim göstergelerin dolaşımını mümkün kılar.
- İster karşımızdaki kişiye basit bir göz kırpma hareketi yapalım ister dumanla ya da elektrik sinyalleriyle kodlar gönderelim ister televizyon gibi kitlesel özelliği olan bir araçla milyonlarca insana hitap edelim, özde aynı gösterge alış-verişi aracılığıyla anlam aktarmaya çalışırız.
Göstergeler kendilerinden başka bir şeye gönderme yapan eylem, nesne, kavram ve yapılar olarak tanımlanabilirler.
- İnsanın her eylemi, kültür üretmeye yönelik olduğu için toplumsal gerçekliğin tamamı çeşitli tipte göstergelerle doludur.
- Kavrama sosyal bilimlerde farklı yaklaşımlar geliştirilmiş olsa da gösterge, en çok göstergebilim yorumu içinde ele alınır.
- Göstergebilim, anlam taşıyıcısı göstergeler ve bunların nasıl düzenleyeceğine dair kurallar anlamına gelen kodları çözümlemeyi ve sistemleştirmeyi hedefler.
Toplumsal gerçekliğin, bir metin gibi okunabilir göstergelerden oluştuğunu varsayan göstergebilim, sosyolojiden önce dilbilimde ortaya çıkmıştır.
- Dilin bir kodlar ve göstergeler sistemi olduğunu, okuyucuya göre değişen anlamlar taşıdığını, bununla birlikte belli toplumsal kabuller üzerinde inşa edildiğini ilk kez İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure (1857-1913) öne sürmüştür.
- Saussure, göstergenin gösteren ve gösterilen olarak iki boyutu olduğundan bahsetmiştir.
- Göstergeyle karşılaştığımızda, örneğin bir film afişinde orman nesnesinin resmini gördüğümüzde, önce onun yüzeyde ya da ilk anda algıladığımız anlamını düşünürüz.
Ancak o göstergenin gerçek anlamlandırması onun içinde bulunduğu gerçeklik bağlamıyla yakından ilişkilidir. Bağlamsal ögeleri dikkate aldığımızda, gösterge bizim öznelliğimizde özel ve ilk bakışta fark edemediğimiz bir anlam kazanmaya başlar.
- Nesne daha sonra da bilinen anlamından farklı bir algılamaya sahip olur kişi de. İşte kitlesel algı yönlendirmesi ile algılanan belki de hiç düşünülmeyecek şeylerin kişilerin zihnine işlenmesi bu gibi durumlarda dikkat edilmesi gereken bir noktadır ve bilinçli bir tüketici olmaya önem verilmesi önemlidir, film-şarkı-kitap vb. haber, televizyon programları vb. (yani o bilinçle alımlama yapılmaya çalışılması)
Sosyal bilimlerde kültür: 20. yy’da Göstergebilim Yansımasında Kültür
Fransız edebiyat eleştirmeni, kültür kuramcısı Roland Barthes (1915- 1980) Saussure’ün izinden giderek, çağdaş göstergebilimin temel kavramlarını ortaya atmıştır. Barthes’a göre göstergenin anlamlandırılması iki düzeyde gerçekleşir.
Her metin; nesne, kavram, imge, söylem de birer metin olarak kabul edilebilir. Yüzeyde herkesçe üzerinden uzlaşılabilir bir düz anlam, bir de bağlamına göre değişerek okurun (göstergeyi çözümleyen her özne bir okur olarak kabul edilebilir) anlam dünyasına örtük bir şekilde ulaşan yan anlamdan oluşur.
- Her türlü metin bir yan anlam içerebilir çünkü önemli olan onun kendisinde mevcut olan anlam değil (böyle bir mutlak anlam yoktur), okurda yaptığı çağrışımdır. Böylece metin bir kendisini bir de simgesel düzeyde anlatmak istediklerini içerir.
- Bu ikinci düzey, sonsuz sayıda okumaya açıktır. Bazı metinler özellikle böyle bir anlam taşıması için insanlar arası iletişime konu olurlar. Her türlü ima, gönderme, kinaye, dolaylı anlatım, eğretileme vb. bu tür metinlerin temelini oluşturur.
Divan şairi Nedim’in ünlü “içinde” redifli gazelinde, insanlar arası simge alış-verişinde ne denli özel göstergeler kullanılabileceğini ya da gündelik dilde herkes için sıradan olan bir sözcüğün, özel bir bağlamda iki kişi arasında nasıl özel bir yan anlam kazanabileceğini gösteren beyiti anabiliriz:
- “Bir söz dedi canan ki keramet var içinde. Dün geceye dair işaret var içinde.”
/Sevgili, içinde o sözde dün geceye (sevgili ile benim aramda geçen gece) dair izler, işaretler, ipuçları vardı. /
Barthes, yan anlamaların inşasında toplumsal olarak üzerinde uzlaşılmış bazı kodların önemli olduğunu belirtir.
- Bu kodlar, bir kültürde gerçekliğin anlamlandırılmasında bir çeşit açıklama paketi olan mit ya da mitoslar aracılığıyla işlerlik kazanırlar.
- Diğer bir anlamda, göstergeler mitlere gönderme yaparak toplumsal gerçekliğin kurulması ve anlam üretmesini sağlarlar.
- Her kültürün, varlığı, evreni, olguların ve nesnelerin düzenini açıklamak için geliştirdiği açıklama şemaları vardır. Mitoslar, bu bağlamda dünyaya anlam vermeye yarayan, bireyin onunla kurduğu ilişkinin niteliğini belirleyen, göstergelerle dolu kod sistemleridir.
- Aynı kültürel mantıktan türemiş mitoslar, o toplumun belleğinde ve gündelik yaşam pratiğinde yönlendirici bir sistematik olarak genel bir mitoloji ya da mitologya oluştururlar.
Barthes, o güne kadar antropolojide eski ya da “ilkel” olarak adlandırılan basit üretim ilişkilerine sahip toplumlara atfedilen mitoloji kavramını, bu tanımından kurtarmış çağdaş toplumların da aslında benzer açıklama şemaları kullandıklarını göstermiştir.
Çağdaş Söylemler (Mythologies) başlıklı kitabında, mitos kavramının modern toplumda aldığı biçimleri tartışmakta ve 1950’lerin dünyasının güncel örnekleriyle bu savını desteklemektedir.
- Barthes’a göre, popüler kültür, medya söylemi, reklamlar, gündelik yaşam nesneleri gibi unsurlar çağdaş mitosların (söylemler) üretildiği alanlardır. Mitos, gizleyerek değil biçimi değiştirerek, etkili olur. Bu nedenle, gösteren-gösterilen ilişki en etkili şekilde mitoslardan yararlanarak kurulur.
- Kültürün simge üretme işlevi, önemli ölçüde mitoslar ve bunların anlamlandırılmada kullanılmaları üzerinden gerçekleşir.
İdeoloji ve kültür kavramları, ideal olanla gerçek olan arasındaki ilişkiyi sorgulaması bakımından karşılıklı ilişki içerisindedir. Marksist perspektife göre ideoloji, içinde sınıf mücadelesinin verildiği bir alandır. Kültür ise bu alanın en etkin unsurlarındandır. İktidar, yalnız ekonomik alana dayanmamakta, kültür unsurlar da önemli rol oynar.
Markxsist bakış açısına göre, kültür kavramının ideolojik kullanımın en net görüldüğü örneklerden biri Louis Althusser’in devletin İdeolojik Aygıtları (DİA) kavramsallaştırmasıdır. Buna göre devletin kapitalizmin yeniden üretimini sağlamada iki tür sistemi vardır.
- İlki, Devletin Baskı Aygıtları; hükümet, ordu, polis, hapishane.
- İkincisi Devletin İdeolojik Aygıtları; eğitim, din, siyaset, sendika, basın-yayın.
- Bunlar ideolojik yeniden üretimi devletin işleyişine bağlayan kültürel aygıtlardır.
Kültür kavramına bütünleştirici bir araç gözüyle bakmak, dünya siyasi tarihinde ulus- devletlerin kurulma süreçleriyle başlar. Ulus-devlet terimiyle birlikte bir ulusal kültürden söz edilmekte ve kültürel bütünleşmeyle ortak değerlerin yaratılıp paylaşılarak korunması hedeflenir. Bu durumun tehlikeli yanıysa devlet sınırları içinde bulunan farklı kültürlerin, asimilasyon yoluyla özgünlüklerini kaybeder. Modernleşmenin bir ürünü olan ulus-devletlerde, ulusa bir kültür yaratmak için farklılıkları eleme eğilimi belirgin hale gelir.
Sosyal bilimlerde kültür: İdeoloji ile Kültür
Kültür kavramının ideolojik kullanımının saflaştırıcı boyutu ve ulus-devlet kapsamında bütünleştirici rolünün yanı sıra kültürün çoğulculuğu öncelediğini belirten bakış açıları da mevcuttur.
- Modernizmin kültüre yüklediği bütünleştirici, saflaştırıcı rol postmodernizm tarafından eleştirilmiştir. Postmodernizm, evrensel ahlak yerine, her türlü çoğulculuk ve yerellikten yanadır.
- Modernlik kavramı, ulus-devlet sınırları bağlamında ulaşılması gereken hedefleri olan bir ideolojiler bütünüdür. Oysa postmodern yaklaşım bu bağlamda gelecek bütün ideolojilere karşıdır.
Paralel bir şekilde, küreselleşme kavramında da kültürel çoğulculuk ilkesi benimsenir. Esas olarak, küreselleşme ekonomik bir kavramdır ve iş gücünün, sermaye ve mal piyasalarının çok uluslu şirketler aracılığıyla uluslararası bir nitelik kazanmasını ifade eder.
- Bu durum, fazla üretimi satacak yeni Pazar arayışlarına dayanır.
- Küreselleşme çok boyutlu bir olgudur.
- Bu süreçte, ulus-devletler zayıflamakta ve ulusal kültürler yerini, küresel ve yerel olanın bir arada bulunduğu bir yapılanma alır.
- Küreselleşme sürecinde, ideoloji kültürel bir kod olarak kabul edilirken çoğulcu bakış açısıyla tüm yerelliklere büyük önem atfedilir.
Fakat küreselleşme kavramı her ne kadar bütünleştirici yapıyı ön plana çıkarır görünse de bu bütün olma hali ve çoğulculuk ilkesine rağmen, indirgemeci ve tek tipleştirici bir boyuta sahiptir.
- Çünkü küresel kitle kültürünün çoğulculuğu esasen Batı-merkezlidir. Küresel kitle kültüründe üretim, kitle iletişim araçlarının egemenliğidir. Küreselleşen, sermayeyle birlikte kültür ve iletişimdir.
Gelenek kavramı, sosyal bilimlerde sık kullanılan ama üzerinde sistemli bir inceleme yapılmamış bir kavramdır. Günlük dilde genel olarak, geçmişe ait pratik ve değerleri tanımlamak için kullanılan bir sözcüktür. Oysa gelenek sadece geçmişle değil bugün ve gelecekle de ilgilidir. Bu kavram, dinamik olmadığı ve toplumun değişen yapısını anlatmakta kullanılamadığı nedeniyle sosyal bilimciler tarafından ihmal edilmiştir. Fakat gelenek ilk başka, geçmişi ve durağanlığı anımsatsa da esasen dinamik bir kavramdır ve bugüne ve geleceğe ilişkindir.
Geleneği tanımlarken yaşanan sorun, kavramı belli bir zaman dizgesine yerleştirirken fazla tutarlılık aramaktan kaynaklanır. Bir davranış ya da düşünce belli sayıdaki kuşakları gerektirmeden de gelenek sayılabilir. Buna karşın daha fazla kuşağın bildiği ve bir şekilde gelenek olduğu konusunda mutabakata varılan bir şey de gelenek olarak kabul edilmeyebilir. Zira toplumların uzun bir geçmişe dayandığını sandığı ve gelenek olarak gördüğü pek çok pratik aslında görece olarak yakın dönemlere aittir.
Kültür ve Gelenek
Gelenek, adet ve örf arasındaki sınırlar çok belirgin değildir. Adetler, uzun bir zaman boyunca tekrar edilen, kurumsallaşmış toplumsal alışkanlıklar olarak tanımlanabilir. Adet, geleneğe benzer biçimde süreğenlik duygusu oluşturmakta ve geçmişi şimdiki zamana taşımaktadır. Fakat adetler daha az değer yüklüdür, göreli olarak daha az önemli toplumsal pratiklerdir. Bu açıdan da gelenekler kadar etkin bir benimseme ve aktarım sürecini geçirmezler. Örf ise toplumsal norm olarak tanımlanabilir. Örfler, bir toplumdaki ahlak ve terbiye standartlarını belirleyen temel kuralları oluşturmaktadır. Bu nedenle toplum tarafından bir yandan benimsenirken bir yandan da ihmal edilir. Dolasıyla da değişmeyi ifade ederler.
Ayrıca gelenek kavramı, antropolojide kimi kez kültürle eşanlamlı kullanılmaktadır. Bu bağlamda gelenek “belirli bir topluluk içinde toplumsallaşma yoluyla bir kuşaktan diğerine aktarılan inanç, adet, değer, davranış, bilgi ve uzmanlık örüntüleri” olarak tanımlanmaktadır.
Gelenek kavramının tanımlanmasındaki önemli güçlüklerden biri kavramın genellikle modernlikle karşıtlık içinde kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Oysa gelenek ve modern karşıt olarak düşünülen iki toplum tipidir. Bu karşıtlık esas olarak geleneksel toplumlar ve modern toplumlar arasındaki karşıtlıktır fakat hangilerinin geleneksel hangilerinin modern olduğu ne ve kolay olarak cevaplanabilecek bir soru değildir. Gelenek kavramının modernlikle olan bu karşıt algılanışından ötürü, kavram geçmişe ait ve kalıntı olarak düşünülmektedir. Oysa geleneksel olarak adlandırılan pratikler modern olanla iç içedir.
Küreselleşmenin tanımlanmasındaki temel güçlüklerden biri ekonomik ve kültürel küreselleşme arasındaki bağlantıların kurulmasındadır. Bir diğer güçlükse, küreselleşmenin gelenek ve kültürler olan ilişkisini kavramaktır. Küreselleşmenin çoğulcu söylemi içerisinde kültür ve geleneğin aslında bir zenginlik olduğu ve korunması gerektiği dile getirilmektedir. Fakat aynı zamanda gelenekler bir seçime tabii tutulmakta ve küreselleşme sürecinde hangilerinin korunması gerektiği bir sorun olmaktadır.
Küreselleşme, öncelikle ekonomik temelli bir olgu olarak ele alınmalıdır. Böylece bu ekonomik dönüşümün kültürel, toplumsal ve siyasal etkileri daha iyi çözümlenebilir Küreselleşme kavramının vurguladığı küresel düzen, her ne kadar tarihsel olarak eskilere dayanıyor gibi görünse de küreselleşme ile 16.yy’dan itibaren süregelen denizaşırı bir ticaret sistemi olan dünya ekonomisi arasında fark vardır.
Küresel ekonomiyi, dünya ekonomisinden ayıran şey, iletişim ve ulaştırma teknolojilerinin gelişmesiyle parça başına üretimin dünya ölçeğinde yapılıyor olmasıdır. Aynı zamanda bizim için yeni olan, küreselliğin, bugün içinde yaşadığımız dünyayı tanımlama çabasında başlıca toplumsal olgulardan birisi olmasıdır.
- Bugünkü anlamıyla küreselleşme olgusunun ortaya çıkışı, sanayi kapitalizminden sanayi sonrası kapitalizme geçiş döneminde, fordist üretim biçimin 1973 petrol krizi ile yerini daha akışkan neo-liberal ekonomik politikalara bırakması ile gerçekleştiği belirtilir.
Kültürü ekonomiyle ve dünyadaki ekonomik dönüşümle ilgili en iyi açıklayan kavramlardan birisi olan kültür endüstrisi kavramı, 20. Yy’ın ilk yarısında Frankfurt Okulu düşünürlerinden Max Horkheimer ve Theodor W. Adorno tarafından Marksist altyapı-üstyapı ilişkilerine referansla kavramsallaştırılmış bir olgudur.
Kavram, geniş anlamıyla kültür ürünlerinin endüstrileşmesi, yani ekonomik karlılık esasıyla yaratılması, sanayileşme ile birlikte kültür ve sanat ürünlerinin metalaşması olgusunun altını çizer.
Kültür endüstrisinin ürünleri, ister müzik, resim ister tiyatro ya da edebiyat olsun, her biri aynı sistemin ürünleridirler; bireye aynı mesajı iletirler. Bu açıdan bakıldığında kültür endüstrisi, ortak bir kültür yaratan bütünleşik bir sistemdir.
- Dolasıyla popüler kültür, o toplumda yaşayan bireylerin oluşturduğu ortak bir yapma-bilme düzleminin ifadesi olmaktan çok, bizzat kültür endüstrisi tarafından işlenen bir kültürel ürünler bütünü olarak görülebilir. Popüler kültür ürünleri, teknoloji yardımıyla geniş kitlelere ulaşması amaçlanan ürünlerdir çünkü bir ürünün geniş kitlelere ulaşması demek, söz konusu geniş kitle tarafından satın alınması demektir.
Küreselleşme:
Küreselleşme aynı zamanda standartlaşmış kültür ürünlerinin dünya ölçeğinde yaygınlaşmasına ve bu sayede ortak bir yeme-içme, giyinme, eğlenme, kısacası ortak bir beğeninin oluşmasına zemin hazırlar. Bu da belirli markaların dünyanın her yerinde bir beğeni ölçütü olarak tüketilmesi olgusunu beraberinde getirir.
- dünyanın hemen hemen her yerinde var olan bir restoran markasının ya da kahve, yeme içme beğenileri dışında da tüm kültürel pratikleri de standartlaştırması anlamına gelir.
Bu durumun diğer örneklerini jeans, t-shirt, kola gibi kültürel ürünlerin dünyanın her yerine hatta kasaba ve köylere kadar yayılması oluşturur.
Teknolojinin gelişmesi ve yayılmasıyla popüler kültürün var olan bütün alanları işgal ettiği, yani aslında bugün mevcut bütün kültürel ürünlerin popüler kültür ürünleri kapsamına girdiğine dair kavramsallaştırmaların haklılık payı olmakla birlikte teknolojinin mikro-ölçekli birtakım bireysel ve etkileşimsel mekanizmaların oluşmasına olanak verdiği de bir gerçektir. Bireyi, küresel ekonominin standartlaştırıcı dinamikleriyle şekillendiren toplumsal düzen, aynı zamanda yine küreselliğin farklılaştırıcı etkisiyle değişme ve dönüşmeye açık hale gelmiştir.
Ulaşım ve iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte, dünya üzerinde farklı yerlere seyahat edebilme, farklı yerler hakkında enformasyon edinebilme kapasitemiz önemli derecede artmıştır. Eskiden bir yerden bir yere gitmek günler ve belki de aylar sürerken bugün dünyanın herhangi bir noktası bizim için yalnızca saatlerle ifade edilebilecek uzaklıktadır-yakınlıktadır.
- Bu sayede uzaklık ve yakınlığın, zaman ve mekanın anlamı, birbirleriyle olan ilişkisi dönüşmüştür. Böylelikle dünya üzerinde yaşanan, hatta yaşanmakta olan her olayı takip etmemiz, farklı ülkelerden insanlarla iletişim halinde olmamız mümkün hale gelmiştir.
Bu durum bireysel etkileşimleri artırdığı gibi toplumların küresel düzenle bütünleşip dünyaya açılmasına, toplumsal hareketlerin örgütlenebilmesine, farklı kimliklerin seslerini duyurabilmelerine ve yeni kültürel bileşimlerin ortaya çıkmasına olanak tanımaktadır. İletişim teknolojilerinin gelişmesi ve kitlelerin erişimine açık hale gelmesi ile bugün insanların birbirleriyle olan etkileşimleri giderek artmaktadır.
- Özellikle internet kullanımının yaygınlaşması bireyin, kendi talepleri ve arzuları doğrultusunda yeni insanlarla tanışmasına, farklı etkinlikler içine dahil olabilmesine, dünyayı kendisi gibi anlamlandıran diğerleriyle karşılamasına ve bunun sonucunda, kendisine yeni toplumsallaşma alanları kurmasına olanak sağlamaktadır.