İlk ilkelerin bilimi metafizik, metafiziğin üçüncü bir alanı doğrultusunda ilk ilkelere dair soruşturmalardan oluşur. Aynı zamanda metafiziksel problemlerin, üçüncü bir öbeği olan, doğayla ilgili araştırmalardan kaynaklanan sorunların oluşturduğu bölümdür.
Metafizik açısından, doğa, bu bölümde; dünyanın ve kozmosun bütünüyle özdeş olmak yerine, doğa bilimleri tarafından konu alınan, kendi yasallılığına sahip özel bir varlık alanı olarak değerlendirilir.
Zihinden bağımsız bir gerçeklik alanı olarak, tasavvur edilen doğaya ilişkin bilimsel araştırmanın mümkün ya da başarılı olabilmesi adına, doğallıkla, üç ana başlık altında toplanan problemlerin, metafiziği, kapsamı içinde tatmin edici bir çözüme kavuşturulması gerektiğine inanılır.
Doğanın yapısıyla alakalı bu problemlerin en başında;
- 1. Dünyanın zamansal ve mekânsal kuruşuyla ilgili problemler gelir. Mekana ve zamana ilişkin açıklamaların geliştirildiği alandır.
2. Genel olarak, klasik metafizikte, özdeşlik ve çelişmezlik ilkesi benzeri ilkelerin ele alındığı ayrı bir alan gelir.
Bununla beraber, doğaya ilişkin problemlerin en önemlisi determinizm ya da belirlenimcilik ve endeterminizm ya da belirlenimsizcilik karşıtlığıyla ilgili problemdir.
Söz konusu problem, aynı zamanda nedensellik ilkesiyle ilgili olduğu için önemlidir. Başka anlamda, doğanın nedensel kuruluşuyla alakalı bu problem, doğadaki her şeyin bir nedeni olup olmadığı sorusuyla ilgilenir.
İlk ilkelerin bilimi metafizik: Determinizm Nedir?
Determinizm, doğada ortaya çıkan olayların seyrinin, değişmez yasalara tabi olduğunu; evrende olup biten her şeyin bir nedensellik bağlantısı içinde gerçekleştiğini savunan yaklaşımdır. Ona göre, fiziki evrendeki tüm olgu ve olaylar mutlak olarak nedenlerine bağlı olup nedenleri tarafından koşullanır.
- Determinizm sırasıyla,
a. Hiçten hiçbir şeyin çıkmayacağı ya da hiçbir şeyin mutlak olarak yok olup gitmeyeceği ilkesiyle,
b. Hiçbir şeyin koşulsuz bir biçimde ve düzensiz olarak ortaya çıkmayacağı ilkesinden meydana gelir.
Determinizm kapsamı içinde ifade edilen, “her olayın bir nedeninin sonucu olduğu” tezi, nedensellik ilkesi olarak tanımlanır.
Bu yüzden, determinizm problemleriyle ilgili tartışma, aynı zamanda nedensellik ilkesinin evrensel geçerliliğiyle ilgili bir tartışmadır.
Nedensellik ilkesine evrensel bir geçerlilik yüklenmesine ve dolasıyla her olayın bir nedenin sonucu olduğunun öne sürülmesine determinizm adı verilir.
Endeterminizm Nedir?
Nedensellik ilkesine evrensel bir geçerlilik yüklenmesine karşı çıkan ve dünyadaki her şeyin bir nedenin sonucu olmadığını öne süren tez ise “endeterminizm” şeklinde tanımlanır.
Nedensellik konusunu ele alan ilk filozof Aristoteles, sırasıyla maddi, fail, formel ve ereksel nedenden söz etmiştir.
Aristoteles’ten sonraysa, nedensellik hep ontolojik bir temel üzerinde ele alınmıştır. Başka bir anlamda, nedensellik bağlamında Hume’den önce öne sürülmüş olan geleneksel görüş, nedenselliğin, gerçek olaylar arasındaki nesnel bir karşılıklı bağımlılık ilişkisini içeren fiili bir özellik olduğunu ileri sürmüştür.
Geleneksel görüş nedenselliği ontolojik bir kategori olarak alır çünkü söz konusu bakış açısından zorunlu bağlantı, birbirlerine nedensel olarak bağlandığına inanılan nesneler ya da olaylar arasında nesnel olarak hüküm süren bir ilişkidir. Ayrıca ilgili görüşe göre, bağımlılık ilişkisi ise, ayrı olaylar arasındaki sıkı ve sabit bir ilişki olarak düşünülür.
İlk ilkelerin bilimi metafizik: Nomolojik bağımlılık nedir?
Nomolojik bağımlılık, örneğin nedenin sonuca sebep olduğunu söylemek, sonucun da nedene bağlı olduğunu söylemek anlamına gelir. Bağımlılık ilişkisini ifade etmenin farklı yolları da denenmiştir. Sırasıyla, nedenle sonucun bir yasa kapsamı içinde yer aldıklarını bildiren nomolojik bağımlılık, nedenin olmamış olsaydı eğer, sonucun da olamayacağını ifade eden olgu karşıtı bağımlılık ve nedenin sonucun olma olasılığını yükselttiğini öne süren ihtimaliyetçi bağımlılıktır.
Ancak 17. Yüzyıldan itibaren, özellikle de İngiliz deneyimcileri tarafından nedensellik, epistemolojik bir kategori olarak değerlendirilmiştir. Buna göre de “nedensellik” şeylerin kendilerinin bir özelliği olmayıp yalnızca onlara ilişkin algı ve bilgimizle ilgilidir.
Örneğin Hume için, nedensellik, sadece zihinsel izlenim ya da ideler arasındaki bir ilişki olup, zihinsel alışkanlıkları dünyaya yüklemekle alakalı bir mesele olarak ortaya çıkar. Hume, geleneksel nedensellik anlayışının tümüyle hatalı bir kavrayış üzerine inşa edildiğini düşünür. Birbirlerine neden sonuç ilişkisi yoluyla bağlanmış olduğuna inanılan iki olay arasında, bizlerin sadece mekânsal süreklilikle zamansal önceliği bulup doğrulayabildiğimizi ileri sürer.
Yani, n, tipi olaylar, daima s, tipi olaylar tarafından izlenir. Ne zaman “neden” tipinden bir olay görsek, onu sonuç tipinden, bir olayın takip edeceğini kestirebiliriz?
Bu ikisi, neden ile sonuç, arasındaki zorunlu bağlantıyı, hiçbir şekilde deneyimleyemeyiz. Bu ise, nedensel ilişkinin mantıksal, ispatlanabilir ya da apaçık bir bağlantı olmayıp, özde alışkanlığa bağlı tutumların ve zihinde olup bitenlerin bir dışavurumundan ibaret olduğu anlamına geldiği yönünde yorumlanır.
Rasyonalizm, “nedensellik ilişkisi” tanımı
Rasyonalizm, nedensellik ilişkisini epistemolojik bir kategori olarak değerlendirmiştir. Ancak rasyonalizme göre, nedensellik, düşüncenin bir zorunluluğu olup, a priori, bir düzenleyici ilkeye karşılık gelir. Bu sebeple bilimin bir sonucu değil de ön kabulüdür.
Leibniz’in bu çerçeve içinde değerlendirilme durumunda olan görüşüne göre, nedensellik, yeterli neden ilkesinin belli bir şekline karşılık gelir.
Aynı görüşü savunan Kant’a göre de “nedensel bağ ya da nedensellik” deneyimde doğrulanabilir olma fakat deneyimden türetilmeme, analiz edilememe anlamında sentetik bir ilkedir. Mümkün bir deneyim tarafından çürütülemeyen nedensellik, bir şeyi anlamanın, dış dünyaya ilişkin bilginin zorunlu bir ön koşuludur.
Bu açıdan, Kant’ın “nedenselliği” bir kategori ya da deneyimin imkanının bir koşulu olarak ortaya koyan, nedensellik anlayışının, Hume’nin idelerinin çağrışımı ilkesine dayalı olan, nedensellik anlayışına verilen bir yanıt olduğu öne sürülmektedir.
Rasyonalizmin, bilimse bilgiyi, salt duyu deneyimine ya da tecrübeye dayandırmamasının nedeni de bu olduğu belirtilir. Çünkü “duyular” “zorunlu bağlantıları” veremez. Zorunlu bağlantılar, kanıtlayıcı akıl yürütmelere imkân sağlayan matematiksel modellerden yardım alan entelektüel sezgi yeteneğine bağlıdır.