varoluş felsefesi
Bilinc.tin.us Felsefe Metafizik

Varoluş Felsefesi

Varoluş felsefesi, birbirlerine bütünüyle karşıt konumlarda yer alan, töz metafiziği ile oluş metafiziğinin aynı noktada buluştuğu noktadır. Her ikisinin de varlığı konu almaları, geliştirilen gerçeklik tasarımını aynı şekilde insana da uyguladıkları görülür. Buna göre, insan her iki metafizik anlayışında da numenal ve fenomenal boyutu itibarıyla ikiye ayrılır.

Materyalist töz metafiziğinde olduğu gibi, zihinsel boyutu beyinle özdeşleştirilen ya da düalist töz metafiziğinde olduğu gibi de zihin ve beden olarak ikiye ayrılan insan varlığı, oluş felsefesinde ise özellikle manevi boyutu itibarıyla bir bilinç varlığı olarak değerlendirilir.

Yirminci yüzyılda ortaya çıkan üçüncü metafizik anlayışı olarak, varoluş felsefesi ise, ana doğrultuda bunun tam tersi bir yönde ilerler. Varoluş felsefesine göre, varlık görüşünde insan tanımı, varlıktan değil, bizzat insandan yola çıkılarak yapılır ve daha da önemlisi, varlık “kendi kendisini tanımlayan insana” göre, tanımlanan bir şey olarak görülür. Başka anlamıyla, varlık, varlığı ele alan varlık sorusunu sorabilen yegane varlık olarak insandan hareketle ortaya konur.

Ve varlık sorusunu soran, kendi kendisini tanımlayabilen ve kendini gerçekleştirmeye çalışan bu insana, egzistans ya da varoluş adı verilir. Varlık, egzistansın kendini gerçekleştirme ortamı olarak ikincil kılınır. Zira varoluş, oluşmakta olan insan varlığını; bir dünyaya sahip olan, kendisinden ziyade başka var olanların üzerindeki örtüyü açan ve ayrıca diğer kendiliklerin örtüsünü açacak şekilde, kendi kendisinin de örtüsünü açan bir varlığı tanımlar.

Varoluş felsefesinin bazı temsilcileri; Heidegger ile Sartre

Varoluş felsefesinin temsilcisi çoktur, ancak öne çıkan iki filozof, Heidegger ile Sartre’dir.

Heidegger, Batı felsefesinin genelde varlığın anlamını, özel olarak da insan varlığının doğasını baştan itibaren yanlış kavramış olduğunu öne sürmüştür. Her ikisinin de birbiriyle iç içe geçmiş olma derecesinde bağlantılıdır, diye düşünür. Çünkü insan olmak, olmakta olanın varlığını son çözümlemede her şeyin varlığının doğru ya da yanlış anlaşılması anlamına gelir. Bundan daha da önemlisi, varlık sadece ve sadece insan varlığı olduğu sürece vardır ya da anlaşılabilirdir, der başka bir anlamıyla varlık, insanın ona ilişkin doğru bir kavrayışına ihtiyaç duyar, diye düşünür.

Heidegger’in insan varlığı için, kullandığı tersim Dasein’dir. Dasein’ın varlığı, egsiztans olup Heidegger açısından onun sabit ya da değişmez bir özü yoktur. Öte yandan Dasein özü itibarıyla ontolojik olmasına, yani varlığa ilişkin bir kavrayışa sahip bulunmasına rağmen, filozofun Dasein’ın kendisine ve başka var olanlara ilişkin kavrayışını hemen ve olduğu gibi benimsemesi doğru olmak, diye düşünür.

Çünkü Dasein, örneğin kendisini diğer şeylerle, tam tamına aynı düzeyde bir şey olarak görmek suretiyle, hem kendisini hem de dünyasını sistematik bir biçimde yanlış yorumlama eğilimi sergiler. Heidegger bundan dolayıdır ki geleneksel metafiziğe biçim veren vokabülerin çok büyük bir bölümünün “bilinç”, “töz” “nesne” benzeri kavramların vücut verdiği terminolojinin bu hatalı yorumun bir sonucu olduğunu ifade eder. Dolasıyla bu terminolojiyi kullanmayıp yeni bir varlık terminolojisi yaratır.

Modern düalist töz metafiziğinin en önemli ismi olan Descartes’ta, zihin ve bedenden meydana gelen bileşik varlık olarak özne, dünyadan yalıtılmış, ona yukarıdan teorik terimlerle bakan bir gerçekliktir. Ancak Heidegger bunun tam tersine, Dasein’ın özü itibarıyla “dünyada-olma” anlamına geldiğini belirtir ve Dasein’ın dünyadan ayrılmaz olduğunu söyler. Öte yandan, dünya da temelde ya da öncelikle bilimlerin dünyası olmayıp gündelik dünya ya da yaşama dünyasıdır.

Bu dünya, bilimsel bilgi tarafından açımlanmaz, fakat alaka ya da yönelim benzeri bilim-öncesi kavrayışlar, temel insani ihtiyaçlar tarafından ortaya çıkarılır. Buna göre, dünyadaki şeyler öncelikle, teorik kavrayışın, araştırılacak ve gözlemlenecek nesneleri değildir; onlar, çekiç ya da çivi benzeri, temelde “el-altında olan” gereçlerdir. Başka bir anlamda, insanın şeylerle öncelikli bağıntısının, onları insani ilgiler tarafından yaratılan belirli birtakım amaçlar yönünde kullanma ve elverişli kılma şeklinde gerçekleştiğini öne süren, Heidegger’e göre, şeyler kendilerini öncelikle kullanılabilir, var olanlar olarak sunarlar.

Varoluş felsefesi, Sartre

Sartre’a göre de varoluş gerçekte öznel varoluştur, öncelikle insan varoluşudur. İnsan dışındaki şeyler elbette vardır, ancak onlar var olduklarından habersizdirler. Başka bir anlamda, şeyler vardırlar ancak bir var oluşa sahip değildirler. Şeylerin “kendilerinde” olduklarını fakat “kendileri için” olmadıklarını, bu şeylerin var olduklarını ama var olduklarını bilmediklerini, kendisinin var olduğunu bilenin insan olduğunu ve bu anlamda şeylerin “insan için” var olduklarını söyleyen Sartre’a göre, varoluşa sahip olan insandır ve o, bilinciyle varlığı varoluşa kavuşturur.

Demek ki varoluşa metafiziği, Sartre’da da tıpkı Heidegger’de olduğu gibi, insanı evrene, varlığa ya da tarihe göre açıklamaya çalışan klasik töz metafiziklerinin yerine, ilk plana var olan özneyi yerleştiren bir felsefeyi temsil eder.

Sartre, temel eseri “Varlık ve Hiçlik” adlı kitabında varlığı iki ana bölgeye ayırır:

Kendinde varlık ve kendisi için varlık.

Sartre: “Kendinde varlık ve kendisi için varlık”

Bunlardan kendinde varlık; maddi dünya, organizma olarak beden de dahil olmak üzere, bilinç dışındaki her şeydir. Buna göre, kendinde varlık, farklılaşmamış, hiçbir özelliği olmayan kaba varoluş olup her ne ise odur. Kendinde varlık, ne zorunlu ne de mümkün olan hem olumsuzlamanın ve hem de olumlamanın aynı derecede ötesinde olan varlıktır.

  • Örneğin masamın üzerinde duran şu sürahi, kendisinde her ne ise o olup olduğundan başka bir şey olamaz. Sürahi, var olmadan önce düşünülmüş ve hatta belki de onu yapan insan tarafından bir kağıt üzerine çizilmiştir.

Sürahi, özel olarak içine su konulacak bir şey diye tasarlanıp imal edilmiştir. Bir örneğe göre ve bir amaç için, kullanılmak üzere imal edilmiş olan bu sürahi bir kavram, bir fikir, kısacası bir varoluş olmadan önce, bir öz olmuştur.

Başka bir anlamda, kendinde-varlık, yani şeyler ya da cansız varlıklar söz konusu olduğunda “öz” “varoluş”tan önce gelir.

Kendinde varlık alanının, bilinç ya da kendisi için varlık yoluyla, sözü edilecek, hakkında konuşulacak bir dünya haline geldiğini; bilinç sayesinde dünyaya zamansallık, mekansallık yüklendiğini söyleyen Sartre’da, varlık alanının ikinci ana bölgesi, bir bütün olarak varlığa anlam kazandıran kendisi için varlık ya da varoluştur. Kendisi için varlık, onda, elbette bir varoluşa sahip olan bilinçli insan varlığına karşılık gelir. Varoluşa sahip bir varlık olduğu için, insanın doğası yoktur.

Şu çakıl taşının bir doğası, şu koltuğun bir özü vardır; bu nesneler, tamamen her ne ise odurlar. Onlar kendinde varlıklar olup, onlar için “imkanlar” söz konusu değildir. Oysa varoluşa sahip olduğunun bilincinde olan insan, “kendisi için” varlıktır.

Buna göre insanda, varoluş özden önce gelir. Benim kişiliğim önceden ve belli bir amaçla çizilmiş bir örneğe göre yapılmamıştır. O, önceden ve özü tarafından belirlenmiş bir varlık olmadan, çok basit olarak sadece vardır. İnsan, iyi düzenlenmiş ve bir plana göre şekillenmiş bir mekanizma değildir. İnsanın bir varoluşa sahip olması, onun ne değilse o olmasını, her ne ise o olmamasını ifade eder. İnsan, bu yüzden özünü yaratmak, kendini olduğundan başka biri haline getirmek, hayatını anlamlandırmak zorundadır.

Bu, elbette, insanların şeyler ya da nesneler gibi bir varlığa sahip olmalarının onların her ne ise o olmalarını, varoluşa sahip olmaları ise, ne değilseler o olmalarının, her ne iseler o olmamalarını ifade ettiği anlamına gelir. İnsan bu yüzden özgürlüğe mahkûm olan varlıktır. Bunu sağlayan şeyse, Sartre’a göre bilinçtir; yani bilinçli bir var olan olduğu için, beşerî varoluşun özü yoktur. Bilinç her veriyi nesne olarak koyduğu, onu aştığı ya da hiçliğe dönüştürdüğü için, bilinçli var olan olarak insan varlıktan meydana gelen dünyada yalnız değildir: O, bir insanlar topluluğun, özneler arası cemaatin bir parçası olarak var olur. Yani Sartre de insanı her zaman, ötekiyle ilişki içinde olan bir varlık olarak görür.

  • Sartre, insanın kendisini nasıl yaratır ya da ne yaparsa öyle olduğunu söyler

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir Cevap Yazın