Bilginin imkanı, Epistemolojinin, “bilginin ne olduğu ya da doğası bağlamında gündeme gelen problemleri dışında, “bilip bilemeyeceğimiz” sorusuyla ilintili olarak, gündeme gelen temel problemlerinden biri olduğu gibi çok yönlü ve ayrıntılı bir inceleme ve düşünüm analizi içerir.
- Kısaca, bilginin analizinin ardından epistemolojide “Nereye kadar bilebiliriz” ve “Herhangi bir şeyle ilgili olarak gerekçelendirilmiş bir inanca sahip olabilir miyiz?” soruları ortaya çıkar.
İşte burada gündeme gelen problem, bilginin imkânı ya da kuşkuculuk kavramlarıdır.
Kuşkuculuk, bilginin imkansız olduğunu, hiçbir şeyin bilinemeyeceğini, insan zihninin kesin hiçbir doğruya ulaşamayacağını öne süren görüştür. Bilgi iddialarına meydan okuyan kuşkuculuğun; genel, lokal ya da kısmi ve bilgi septiği ile inanç septiği şeklinde farklı türlerinden söz edilebilir.
- Bilgi septiği, bilgiye ulaşmanın mümkün olmadığını savunur. Bu iddiasını, bütün bilgi imkanları adına, geçerli genel bir iddia olarak ortaya koyduğu gibi, sadece bazı bilgi alanlarında geçerliliğini koruyan bir iddia olduğu da belirtilebilir.
- İnanç septiği ise, insanların herhangi bir inanca sahip olma haklarının bulunmadığı gibi hiçbir inancından da bir diğerinden daha iyi olmadığını savunur. Bu iddiasını din ya da ahlak alanıyla sınırlandırdığı söylenebilir.
- Radikal kuşkuculuk olarak da bilinen, genel septisizm ise, bilginin hiçbir yer ya da alanda, hiçbir şekilde mümkün olmadığını öne sürer.
- Lokal kuşkuculuk; örneğin metafiziksel bilgi türünden bazı bilgi türlerinin ya da başka zihinsel türlerinden belli başlı bazı şeylerin bilgisinin imkansız olduğunu savunur.
Kuşkuculuğun kökleri
Kuşkuculuğun kökleri, eski Yunanistan’a dayanır. Nitekim kuşkuculuğun, ilk örneklerine milattan önce beşinci yüzyılda yaşamış olan, Protagoras (490-420) ve Gorgias (483_375) gibi gezgin felsefe öğretmelerinde rastlanır. Aynı zamanda kuşkuculuğu, epistemolojik bir öğreti olarak öne sürmüş olan düşünürün Yunanlı Pyrrhon (360-271)’dur. Onun izinden giden Timon (320-230), Aenesidemos ve Sextus Empirikos (150-224) gibi düşünürler sonradan kuşkuculuğu geliştirip temellendirmişlerdir.
Modern dönemde ise, kuşkuculuk kendi taraftarını bulmuş olup, ilgili dönemin önemli septikleri arasında; Pierre Bayle, Michel de Montaigne (1533-1592), Blaise Pascal (1632-1662), Descartes ve Hume gibi isimler bulunur.
- Ancak Descartes, genel kuşkuculuğun savunuculuğundan ziyade, kısmi bir kuşkuculuğu savunmuştur. Kuşkuculuğu, kesin bilgiye giden yolda bir araç olarak kullanan Descartes’ın kuşkuculuğu -metodolojik kuşkuculuk- olarak bilinir.
Kuşkuculuğun bütün türlerinde, özellikle genel kuşkuculuk düşüncesinde, bilgiye erişmenin imkansız olduğu öne sürülmekle kalmaz. Aynı zamanda, bütün felsefi görüşlerde olduğu gibi, filozoflar bu yöndeki iddialarını birtakım argümanlarla destekleyip temellendirir.
İnsanın ya da bilen öznenin, kesin bilgiye ulaşamayacağını göstermeyi amaçlayan argümanların tamamının, antik Yunan felsefesinde, eski septikler tarafından geliştirilmiştir. Modern septiklerse, büyük ölçüde eskiden geliştirilmiş olan kuşkucu argümanlardan beslenmişlerdir.
Kuşkuculuk ile Sofistler
Kuşkucu argümanların, en eskilerinden biri ise “görüşlerin çelişmesiyle ilgili argüman”dır. Bu argümanın kaynağında, Sofistler yer alır. Sofistler, kendilerinden önceki Yunan filozoflarından ya da doğa felsefesinden hareket etmişlerdir ve felsefenin bu döneminde, görüşü bir diğerinin görüşüyle belli bir karşıtlık ilişkisi içinde olmayan, hatta çelişmeyen bir filozof olmadığını görmüşlerdir.
Fakat Miletliler, varlığın temeline maddeyi yerleştirirken, Pythagorasçılar, varlığın esas itibariyle sayı ya da form olduğunu öne sürmüşlerdir.
- Thales, varlığın su gibi tek bir ana maddeden doğduğunu söylerken,
- Empedokles varlığın -dört ana madde-den oluştuğunu iddia etmiştir.
- Herakleitos, gerçeklikte sürekli bir değişmenin hüküm sürdüğünü söylemiştir. Zenon ve Parmenides gibi Elea Okulu filozofları değişmenin varlığını inkar etmişlerdir.
Sofistler -aynı konuda öne sürülen bu çelişik görüşlerden- tek, değişmez ve evrensel bir hakikate ulaşılamayacağı sonucunu çıkarsamışlardır. Onlar, Yunan dünyasının gezgin filozoflarıdır. İlgili gezilerinde farklı insanların, birbirine karşı görüşler savunduğunu, farklı değerleri benimsediğini görmelerinin bir sonucu olarak, hiçbir şeye inanmaz olmuşlardır. Sadece antik septikler değil, modern çağın ünlü kuşkucuları da farklı dünyalarla tanışmış gezgin düşünürlerdir.
- Sofistler, milattan önce beşinci yüzyılda yaşamış gezgin felsefe öğretmenleridir. Aralarında Protagoras, Gorgias, Hippias gibi filozofların bulunduğu Sofistler, çoğu zaman kuşkuculuk ve görecilikleriyle tanınmışlardır.
Montaigne Almanya ve İtalya gibi ülkeleri ziyaret etmiştir. Özellikle -kütüphanesinde, çok sayıda farklı sistem arasında yolculuk yapmıştır.
Pascal, Montaigne’in şüpheci tema ve argümanlarını, “Pireneler’in bu tarafında doğru olan, öbür tarafında yanlıştır” diyerek yeniden ele almıştır.
Kuşkucuların “Görelilikle alakalı argümanı”
Kuşkucuların ünlü argümanlarından biri de “görelilikle ilgili argüman”dır. Bu argüman da eski Yunanistan’dan ve Sofistlerden gelir. Nitekim “her sorunun birbirine karşıt iki yanı olduğunu” öne süren Sofist Protagoras, ünlü ölçü-insan kuramında “insanın her şeyin ölçüsü olduğunu” söylemektedir.
- Örneğin, aynı rüzgar bir kimseye soğuk, bir başkasına sıcak göründüğü zaman, buradan çıkan sonuç aynı rüzgarın kendisine soğuk görünen kişi için soğuk, sıcak görünen kişi içinse sıcak olduğudur. Bütün algıların doğru olmak durumunda, rüzgarın ya da herhangi bir şeyin niteliğiyle alakalı olarak, bir kimsenin hakikati ifade ederken farklı görüşte olan diğerinin yanıldığını bildiren bildik ya da alışılmış görüşün yanlış olduğu sonucu çıkar.
Protagoras’ın bu epistemolojik görüşünden, bunun dışında başka sonuçlar da çıkar. Buna göre, şeyler insanlara her zaman içinde bulundukları koşullar ve durumlar tarafından belirlenen tarzda görünüyorlarsa eğer, bu durum, bilginin insanın perspektifine bağlı olduğunu, belli bir zamanda bilginin temellendiği perspektif tarafından koşullandığı anlamına gelir. Bu tür, bir epistemolojik perspektivizm aynı zamanda epistemolojik bir çoğulculuk anlamına gelir.
Şeyleri algılamanın, eşyayı görmenin birden fazla yolu vardır. Söz konusu epistemolojik perspektivizm doğallıkla mutlak bir göreciliği temsil eder.
- Perspektivizm, her şeyin bireyin, perspektifine bağlı olduğunu, bütün perspektiflerin aynı değerde olduğunu, dolasıyla mutlak hakikatlerin olamayacağını söyleyen görüştür.
Dünyadaki nesnelere ilişkin bilgimiz; eylemlerimiz ve içinde bulunduğumuz koşullar tarafından belirlenir. Bilgi, insanların konumlarına, içinde bulundukları durumlara bağlı olarak değişkenlik gösterir.
Görelilikle ilgili bu argümandan kuşkuculuğa geçiş yapmak ve dolasıyla, şunu söylemek kolaydır. Nesne doğrular yoktur, sadece birbirlerinden tümüyle farklı öznel görüşler vardır.
Kuşkuculuk ile “Hata ihtimaline gönderme yapan argüman”
Hata ihtimaline gönderme yapan argüman da “Görüşlerin çelişikliğiyle ilgili argümanı” ve “görelilikle ilgili argüman” kadar eski olduğu gibi, en az onlar kadar etkili olan başka bir argümandır. Zira septiklerin üzerinde ısrarla durdukları hata ihtimali, bilgi açısından gerçekten de önemli ve ciddi bir tehdit meydana getirir. Nitekim bilen öznenin, hataya düşmesi ya da bilgiye temel teşkil eden inancının yanlış olması durumunda, bilgi asla mümkün olmaz. Hata ya da yanılma olasılığının söz konusu olabileceği üç nokta ya da yer vardır, bunlar sırasıyla şöyle sıralanabilir;
- Bilişsel araçlarımızın yanılabilirliği, özellikle de duyumlarımızın bizi yanıltabilmesi
- Bilginin nesnesinin doğası ve
- Hipotezle delil veya inançla kanıt arasındaki mantıksal ilişki
Duyumların bizi yanıltabileceği düşüncesi, epistemoloji tarihinde üzerinde en çok durulan konuların başında gelir. Bu tanı, Parmenides ve Herakleitos’tan itibaren günümüze kadar gelmiştir. Bununla beraber, İlk Çağ’da esas öne çıkartanlar, antik kuşkuculuğun teorik çerçevesini oluşturan, Aenesidemos ve Sextus Emprikus olmuştur. Aynı şekilde Sextus Empirikus’un “duyumlarımızın çoğunluk güvenilir olmadığı” yönündeki düşüncesini ele alan Descartes, bizleri bir defa yanıltmış olsa dahi duyu mekanizmalarına güvenmemeyi sadece yönteminin değil, sağduyunun da bir gereği olarak görür.
Düşünürlerin geneline göre, “Duyuların sağladığı malzeme olmazsa, akıl da insanı çok öteye taşıyamaz.”
Hata ihtimalinin, bilginin nesnelerinin doğasından kaynaklanması durumunda ya da bilginin konusunu oluşturan şeylerin doğası ile yanılma ihtimali arasındaki ilişki söz konusu olduğunda, birçok düşünür, duyuların kişiyi sadece görünüşe götürdüğünü söyler. Görünüşler ise sürekli değişkenlik gösterdiğinden, yani algılayanlara göre, göreli olarak değiştiğinden dolayı, nesnelerin gerçek doğasına hiçbir zaman ulaşamayacağız sonucuna varılır. Hata ihtimali üzerinden geliştirilen şüpheci argümanların üçüncü dayanak noktası, sahip olunan inançlar ile mevcut kanıtlar ya da geliştirilen hipotezler ile deliller arasında ortaya çıkan mantıksal boşluktur.
- Örneğin, Hume görüşüne göre “Güneş yarın da doğacak” hipotezinin doğruluğunu garanti edecek hiçbir delile sahip değiliz ya da Russell’ın dile getirdiği gibi, sahip olduğumuz hiçbir delil, “Dünya’nın sadece beş dakika önce yaratıldığı” hipotezini geçersiz kılamaz.
Septikler ile “döngüsellikle ilgili argüman”
Septiklerin bilgiyle ilgili bilumum kuşkucu sonuçları desteklemek adına, Antik Yunan kuşkuculuğundan beri sıklıkla kullandıkları bir başka argüman “döngüsellikle ilgili argüman” olmuştur. Bu argüman, birkaç argümanı ya da en azından ölçüt problemleriyle kısır döngü problemini bir araya getirdiği için oldukça kompleks ve önemli bir argüman olarak karşımıza çıkar.
Argümanı hazırlayan başka bir argüman ise “sonsuzca geriye gidişle ilgili argüman”dır. Bu da “sonsuzca geriye gidişin” insanı bir şeyi kesin olarak bilmekten alıkoyduğuna işaret ettiğinden ve dolasıyla, bir şeyleri kanıtlamadan doğru kabul etmenin gerekliliğine vurgu yapıp “döngüsellik argümanı”nı hazırladığı için önemli bir argüman sayılır.
Argüman doğrunun “kölelerin vücuduna vurulan ve onları sahiplerinden kaçtıkları zaman tanımlaya yarayan damgaya benzer” bir işareti olmadığından, hiçbir şeyin delil ya da ispat olmadan doğru kabul edilemeyeceğine işaret eder. İşte bundan dolayı, sahip olunan bir inanç ya da bilgiyle, öne sürülen bir iddiayla ilgili bir delil ya da ispat önerildiği zaman, şüpheci doğallıkla “bu ispatı da ispatla!” der. Böyle olduğundan ise, iddiayı temellendirmek ve kanıtlamak adına, sunulan ispatın kendisi de başka bir ispata, bu sonuncusu da bir başka ispata ihtiyaç duyar. Bu durum bu şekilde geriye doğru sonsuzca devam edip gider. Demek ki en ufak bir şeyi bilmek adına, sonsuza kadar geri gitmek, yani mevcut bilgi ya da veriyi sonsuz sayıda başka veriyle ilişkilendirmek gerekir.
- Zira her şey başka şeylerle ilişki içinde olup, en ufak bir şeyi bilmek, onun, tüm evrenle olan ilişkisini bilmeyi gerektirir.
Kuşkuculara göre, bunu ya da hiçbir şeyin bütününü bilemeyeceğimiz, her durumda sonsuzca geriye gidişe mahkum olduğumuz için, hiçbir şeyi bilemeyiz.
Sonsuzca geriye gidişin yol açtığı güçlükten, sakınmanın tek yolu, tek tek her şeyin ispatlanmasının imkansız olması nedeniyle, bir şeyleri ispatlamadan doğru kabul etmekten geçer. Bu da başkaca bir kuşkucu argüman olarak “kısır döngüye düşmek” anlamına gelir. Buradaki mantık, kısır döngülerden sakınarak akıl yürütmenin mümkün olmadığına işaret eder.
Örneğin a’nın doğru olduğunu, ancak b’nin doğru olduğunu varsaymak suretiyle kanıtlayabilirim; b’nin doğruluğunu ise a’nın doğru olduğunu farz ederek kanıtlamam mümkün olabilir. Hiçbiri bana mutlak kesin olarak ya da a priori bir biçimde verilmiş olmayan önermeleri birbirleri aracılığıyla ispatlamak ise kısır döngüye düşmek anlamına gelir. En muhteşem, en gelişmiş kısır döngünün ise şöyle olduğu belirtilir: “Aklımın değerini ispatlamak adına, akıl yürütmem, yani değeri şüpheli olan şeyi, eş anlamla aklımı kullanmam gerekir.”