Felsefenin eleştirel boyutu
Felsefenin kavramları analiz eden, düşünceler arasındaki ilişkileri araştıran analitik boyutuyla varlığın ya da dünyanın çok çeşitli unsurlarını birbirine bağlayan kurucu ya da bütünleştirici boyutunu tamamlayan boyutu eleştirel boyutudur. Aslında felsefenin, yeni bir yönü olmayıp, bir anlamda analitik boyutunun derinleştirilmesinde veya çözümleyici boyutu ile bütünleyici boyutunun daha bir üst düzeyde sentezlenmesinden oluşur.
Başka bir anlamda, çözümleyici boyutun ya da analitik felsefe anlayışının dilsel analizinde benzer şekilde, kavramsal bulanıklık ve belirsizlikleri tespit edip ortadan kaldırmaya çalışır. Aynı zamanda da çeşitli kavram ya da teorilerin; gerçek yüzünü, içeriğini ve arka plan veya dayanaklarını gözler önüne serme çabasıyla belirlenmektedir. Fakat eleştirel boyut, bununla yetinmeyip, hatalı anlam içeriklerini ya da neye hizmet ettiğini gösterdiği kavram ve teorilere yüklenmesi gereken yeni anlam ufuklarına işaret etmektedir. Bu yönü ise eleştirel boyutunun, salt bir “ eleştiri dili” geliştirme yoluna girdiği anlamına gelir.
- Bunu en iyi örnek olarak, Nietzsche’nin iyi ve kötü kavramlarına ilişkin analiziyle Foucault’un bilgi kavramına dönük analizi verilebilir.
Michel Foucault ile felsefenin eleştirel boyutu
Foucault’un analizine göre, insanlar özellikle bütün İlk Çağ ve Orta Çağ boyunca, iyi ve kötünün, insan ve toplumdan bağımsız olan mutlak değerler, verili şeyler olduğuna inanmışlardır. Günümüzde de çoğunluk, nesnel olarak belirlenip tanımlanmış, iyi ve kötüler olduğuna inanır. Oysa Nietzsche, hemen bütün kavramlar gibi iyi ile kötü kavramlarının da çıkardan bağımsız olmadığını öne sürerek, bu kavramlarının güç kavramlarıyla olan ilişkilerini araştırmıştır. Başka bir anlamda, Nietzsche, ahlaki inançların tarihsel köklerini, moral kavram ve fikirlerin kökenlerini ortaya çıkarma anlamında, bir Jeneolojik etkinlik içine girmiş ve iyiyle kötü, kavramlarının soy kütüğünü çıkarmaya çalışmıştır. Yani antropolojik bir yaklaşım benimsemiştir ve insanların, güçlüler ile zayıflar olarak ikiye ayrıldıklarını düşünür. Aynı zamanda bu insanlar arasındaki ilişkilerin temelinde de ahlaki unsurlar yerine, gerçek hayatta bulunan her şeyin olduğunu öne sürmüştür.
Gerçek hayatın bizatihi kendisindeki ve tek tek bireyler arasındaki ilişkiler, onun gözünde güç ilişkileri olup ahlakın mahiyetini belirleyen şey bireyin güçlü ya da zayıf olmasıdır. Buna göre, verili ahlak zayıf, güçsüz karakterli insanların teşekkül ettirdiği bir ahlaksa eğer, bu ahlak köle ahlakıdır. Buna mukabil o güçlü, kendilerine güvenen, sağlıklı insanlar arasında teşekkül etmişse, söz konusu ahlak bu kez efendi ahlakı olmak durumundadır. O, on dokuzuncu yüzyıl koşullarında yürürlükte olan ahlakın, kaynağı itibariyle çok büyük ölçüde Ibrani-Hristiyan geleneğinden çıkmış olan bir köle ahlakı olduğu, zayıfların güçlülere karşı duydukları haset ve hınç duyguları tarafından belirlendiği kanaatindeydi. Bu yüzden de mevcut iyi-kötü ayrımının güçsüzlerin veya zayıf karakterli insanların ahlaki değerlerinin baskın çıkmasının bir sonucu olduğunu göstermeye çalışmıştır.
Bununla beraber o, bu noktada kalmamış ve bir eleştiri dilinden bir imkan dili yaratma yoluna gitmiştir. Böylece güçlü karakterlerin kendi değerlerini yaratma ve bildik iyiyle kötünün ötesine geçmek suretiyle yeni değerler yaratma potansiyelini ortaya çıkarma çabası sergilemiştir.
Ondan fazlasıyla etkilenen Foucault da Nietzsche’nin eleştirel ve jeneolojik soruşturmasını başka bir kavram üzerinde gerçekleştirmiştir. Burada da çoğunluk, bilgi kavramının tıpkı iyi kavramı gibi çıkardan bağımsız bir kavram olduğunu, meraklı insanların dış gerçekliği anlama ve anlamlandırma çabalarının bir ürünü olduğunu düşünürüz.
- Oysa Foulcault böyle bir şeyin olamayacağı inancıyla “ nesnel hakikat” çıkar gözetmeyen bilgi”, “önyargısız kavrayış” benzeri kavramları eleştirel bir tarzda sorgular.
- Hatta daha da ileri giderek ilgi iddialarını tarihsel bir perspektiften hareketle ele alan Foucault, iktidar ve güç ilişkileriyle siyasetten bağımsız bir hakikat anlayışına karşı çıkar. Nitekim o, bilginin tarihsel süreç içinde oluşturulup tanımlandığını ileri sürerek nesnel, tarafsız ve evrensel olma iddiasıyla ortaya konan bütün bilgi iddialarının gerçekte belli bir iktidar formunu tesis etme zemini üzerine yükseldiğini savunur.
Buna göre Foulcault tarihselleştirdiği bilgi kavramını güç veya iktidar düşüncesiyle ilişkilendirir. Bilgi ile iktidar arasında sıkı bir ilişki bulunduğunu, iktidarın ilişkili bir bilgi alanının oluşturulmasıyla mümkün kılındığını ileri süren Foucault, nesnel bir bilgi alanının varlığını reddederken “ iktidar ilişkilerini varsayıp oluşturmayan bir bilginin olamayacağını” söyler.
- · Foucault’nun geliştirdiği kavram “ iktidar-bilgi” kavramıdır. O da tıpkı Nietzsche gibi, bilgi ya da hakikat isteğinin çok daha temelde bulunan bir güç isteminin tezahürü olduğunu düşünür. Dolasıyla, onun söz konusu kavramı, bilginin her zaman belli bir iktidar ya da güç ilişkileri şebekesinin göreli ve sorgulanabilir ifadesi olduğunu ortaya koyar.