Seçim, seçim kavramının varoluşsal dokunuşları… Yaşam aynasında, yanılsamalar arasında her an bir yansıma eşliğinde …
Seçim Hiç olmadı…
Ya da hiç bilmediğimiz, kendi seçtiğimiz bir seçimin düşüyüz…
Hayatımızın her anını kapsayan ve bizi saran bir kelime. Oysa saran kelimesi ile sıcak bir etki yaratırken kulaklarımızda. Her ne kadar seçebileceğimiz bir şeyin var olduğunu hissettirse de bize… Öngörülmüş seçeneklerden oluştuğunu anladığımızda acımsı bir tat bırakır benliğimizde…
Bize sunulan herhangi bir seçim, planlanmış ve hesaplanmış çıkarların bütününü oluşturur. İnsanoğlunun birey olarak varlığını düşündüğümüzde ve de toplumsal koşullarını göz önünde bulundurduğumuzda, bunun hesaplanmış bir öngörünün başlangıcı olduğunu anlamamak elde değil. Seçim, planlanmış şeylerin sonuçlanmış halidir. Sonuçlar seçimleri, seçimlerde hep sonuçları doğurur. Biz ise tüm bu olasılıkların içinde küçük birer yüzdelik payı oluştururuz. Peki bu olasılıkların oluşumlarına bizler dahil olur muyuz? Elbette. Ama farkında olmadan… İçinde bulunduğumuz toplumun her anında buna destek oluruz. Gerek sözlerimizle gerek davranışlarımızla, hayatımızı yönlendiren etkinliklerimizle, yaşam koşullarımızla… Biz seçimi yaşamımızın her anında her alanında farkında olmadan yapıyor oluruz. İçinde bulunduğumuz toplum ise bunu farklı formlarda, farklı işlevselliği ile kullanır.
Düşün ki!
Seçim yaptığını düşündüğün hiçbir şey tamamen sana ait değil. Biliyorum, yorucu bir ağırlık bırakıyor bu cümle bedeninizde, ruhunuzda. ”Nasıl olur? Özgür irademle seçtiğim şey nasıl olur da benim seçimim olamaz” diye… Ama gerçek şu ki bizi o seçime iten şeyler; duygularımız, düşüncelerimiz, bilinçaltımıza ittiğimiz her şey… Yaşadığımız, bulunduğumuz yer, hayatımıza, bize değen her söz, her canlı… Duyduğumuz, düşündüğümüz her şey… Bizi seçeceğimiz şeye yönlendiren, küçük bir ayrıntı gibi görünen tüm bu olgular, aslında bütünün temel taşını oluşturur.
Seçim! Herhangi birinin evrene yansıması olduğu kadar, evrendeki her bir olgunun da bizlere yansıması…
(…)