İkinci düzey etkinlik olarak felsefe
Bilinc.tin.us Felsefe

İkinci Düzey Etkinlik Felsefe: İkinci düzey etkinlik anlayışı

İkinci düzey etkinlik felsefe, felsefeyi, bilim dahil, diğer disiplinlerden ayıran önemli bir özelliği olup, tüm alanları kapsayan çok boyutlu yönünü bizlere gösterir.

  • Söz gelimi bilim, doğayı ya da evrende karşımıza çıkan olguları açıklamaya çalışan birinci düzeyden etkinliktir.

Bilimin üzerine gelen, bilim felsefesi, doğayı, doğal olayları açıklayan bilimin kendisini açıklamaya yönelirken, ikinci düzeyden açıklama ya da betimleme sunar.

  • Bu durum, din ve sanat için de geçerlidir. Yani din felsefesiyle sanat felsefesini, dinin kendisiyle sanatın kendisine ilişkin ikinci düzeyden açıklamalar yapar.

Felsefe, bir bütün olarak dinin, sanatın ve bilimin kendisiyle tek tek bilimler üzerine ikinci düzeyden bir açıklama temin etme işini, bu disiplinlerin kendilerini ele alıp onların yapılarını ve sınırlarını göstererek yapar. Ama o, bu işi biraz da ilgili disiplinlerin kendi kapsamları içinde kalmakla birlikte, onlar tarafından ne olduğu ya da doğası ortaya konamayan şeylere bir açıklama getirerek gerçekleştirir. 

Tüm disiplinlerde, kavramlara ya da anlamlara yönelik, soru sormanın özünü “felsefe” sunar;

Sanat, güzellik kavramı üzerinden yaratılır. Ancak güzelliğin tam olarak ne olduğuna, onun öznel mi yoksa nesnel bir değer mi olduğuna hiç bakmadan, onunla beraber bir kavramsallaştırmaya girişmeden güzellik yaratmaya yönelir.

Aynı şekilde matematik sayılarla uğraşır. Peki “sayı nedir” diye bir soru sorulacak olursa, matematikçinin bu yönde söyleyecek fazla sözü yoktur. Çünkü bu soruyla anlatılmak istenen “2’nin, “çift” in ya da “II” nin ne olduğu değildir. Belli bir rakam veya sembol ile gösterilen bu şeyin gerçekte ne olduğu ile ilgilidir. Matematikçilerin yanıtlayamadıkları bu soruyu yanıtlamak için çalışanlar; Thales, Sokrates, Platon’dan beri filozoflar olmuşlardır.

  • Newton’un kuvvetin kütle ile ivmenin çarpımına eşit olduğunu bildiren, ikinci yasasını ( F=ma) düşündüğünüzde, bu ünlü formülde geçen ivme, hızın zaman bakımından ilk türevini ifade edecek şekilde dv/dt olarak hesaplanır.

Peki ortalama insanın ya da hepimizin çok aşina olduğu, ama fizikçinin tam olarak ne olduğunu hiçbir zaman söyleyemediği “zaman” gerçekte nedir?

  • Zamanı, fizikçinin sıklıkla yaptığı üzere, saatle, dakikayla ya da saniyeyle anlatmaya, tanımlamaya çalışmak, zamanı ölçtüğü birimlerle karıştırmak anlamına geleceği için, hiçbir işe yaramaz. Bu durum da, bilimin en azından üç yüzyıldan beri felsefeye havale etmiş olduğu bir sorudur.

Psikoloji bilimi, ruh anlamına gelen Yunanca psukhe ile bilim anlamına gelen logos sözcüğünden türemiş, bileşik bir sözcükle ifade edilir. O, adı üzerinde ya da etimolojik kökeninden de anlaşılacağı üzere ruhun bilimidir.

  • Psikologlar, ruhsal bozuklukları olan hastaların rahatsızlıklarını teşhis edip tedavi etmeye çalışırlar. Ama “ruhun ne olduğu” sorusu, onların sorduğu bir soru değildir.

Aynı zamanda, hukuk bilimi de bir toplumda adaleti hayata geçirmek için yasalar yapar, yasaları ihlal edenler için cezalar koyar. Ama “hukuk” adaletin tam olarak ne olduğunu tanımlama, cezayı haklılandırma ya da temellendirme çabası içine girmez.

  • Hakkı, adaleti, cezayı ve özgürlüğü tanımlamak felsefeye düşer. Demek ki felsefe tarafından yanıtlanan sorular, en azından azımsanmayacak bir bölümüyle bilimler faaliyetlerini tamamladıktan ya da işlerini bitirdikten sonra, gündeme gelen sorulardır. (…aslında öncesinde, sonrasında daima soru sorar, sorulması gerekeni sorarak ilgili bilim dalına yön verir.)
Felsefe, iki açıdan “meta” ya da ikinci düzey bir etkinliktir:

Bilim, doğayla ilgili sorular sorar. Oysa felsefe, bilimin kendisiyle ilgili sorular sorar. Felsefe, ikinci olarak yine bilimin hiçbir şekilde açıklayamadığı şeylerle ilgili sorular sorar. Bundan dolayı, bilim tarafından yanıtlanamayan sadece felsefe tarafından yanıtlanmaya çalışılan sorulara “ büyük sorular” adı verilir.

Doğayı birtakım yasalar üzerinden açıklayan bilimin, kendi normal faaliyetini birinci, bilimin kendisini açıklayan bilim felsefesinin faaliyetini ikinci düzeyden bir etkinlik olarak tanımlamaktayız. Bu bağlamda, doğaya ilişkin olarak bilimin yanıtladığı sorulara birinci düzey sorular, buna mukabil bilimin, sanatın ya da dinin kendisiyle ilgili sorulara ikinci düzey sorular adı verilir.

  • Söz konusu ikinci düzey sorular, çoğu zaman ruhun, sayının, güzelliğin, varlığın ne olduğuyla ilgili büyük sorularla tamamlanır. Büyük soruların kapsamına demek ki bilimlerin, sanat ve dinin yanıtlayamadıkları ve muhtemelen hiçbir zaman yanıtlayamadıkları sorular girer.
  • Nedensellikle, zamanla, ruhla, adalet ve özgürlükle ilgili olan bu “büyük sorular” insanın sormadan yapamadığı, onun hayatını bir şekilde anlamlandıracak sorulardır.
“Nedensellik”

Bilim, “nedenselliğin” yani “her olayın kendisini doğuran bir nedeni olduğu” ilkesinin geçerli bir ilke olduğunu kabul eder. Ama bilim, bu ilkeyi hiç sorgulamaz. Araştırmalarını onun geçerliliğini kabul ederek yürütür. Onu sorgulamak, ne olduğunu ortaya koymak bilim tarafından felsefeye aktarılmış bir olgudur. ( genel anlamda felsefe bilime yön verir.  Bilime konu olabilecek her türlü soruyu felsefe sorar, bilim deney yöntemiyle test edilebilir olguları ölçebilir.)

    • Nedensellik konusunu, ilk ve en ayrıntılı biçimde ele alan kimseler; Aristoteles, David Hume ( 1711-1776) ve Immanuel Kant ( 1724-1804) gibi filozoflardır.
“Büyük sorular”

Büyük sorular; nedensellikle, zamanla, ruhla, adaletle ve özgürlükle ilgili, insanın sormadan yapamadığı, insan hayatını önemli ölçüde anlamlandıracak sorulardır.

  •  Alman filozofu Kant varlığın yapısı, Tanrı’nın var oluşu ve ruhun doğasıyla ilgili bu soruların ortak paydasını oluşturan temel bir nokta olduğunu öne sürüyordu. Bu sorular, insanın ilgisiz kalamayacağı sorulardır. Gerçekten de hayatını anlamlandırmak isteyen hiçbir insan, bu sorulara kayıtsız kalamaz. Çünkü “varlığın nasıl bir yapı sergilediği” sorusuna verilecek yanıtlar hayatımızın anlamını değiştirir. “varlığın yalnızca madde mi olduğu, yoksa manevi bir boyutu da mı bulunduğu” sorusuna getirilecek yanıt, hayatımızın anlamını belirler.

Büyük sorular, aynı zamanda anlam ve değerle ilgili olan sorulardır. Bu sebeple onlar, sadece felsefe tarafından yanıtlanabilen sorulardır. Daha önemlisi ise büyük soruların, net ve değişmez yanıtları ya da herkese uygulanabilecek hazır reçeteleri yoktur. Daha doğrusu, bu soruların tek tek kişilerin kendileri tarafından sorulup yine kendileri tarafından, kendileri için yanıtlanmaları gerekir. İşte bu durum, felsefenin öznel çabalara dayanan bir açıklama ve anlamlandırma türü olduğunu ortaya koyar.

  • “Kendi kanatlarıyla uçamayan hiçbir kuşun yükseğe çıkamayacağını” söyleyen meşhur İngiliz şairi, ressam ve düşünürü William Blake’in de ima ettiği üzere; insan hayatını, büyük sorulara başkalarının verdiği yanıtlarla, ne yönlendirebilir ne de anlamlandırabilir.

 

 

not:

*Düşünürlerin de yapmaya çalıştığı bu olduğundan dolayı, düşüncelerini ya da inandıkları, sorguladıkları ulaştıkları, hissettikleri anlamları, bir başkasına ya da topluluklara kabul ettirme gibi çabaları asla olmaz. Onlar, her kişinin, birey olma yolunda bu soruların -yanıtlarını- kendi özlerinde bulmaları gerektiğini, bulmak istedikleri ya da ulaşmak istedikleri boyutta ulaşabileceklerini bilir. Önemli olan bu süreci sağlayabilecek ve ona ışık olabilecek, -algı- filtreleme ve özümseme yetisine kavuşması…

 

*İkinci düzeyden etkinlik olarak felsefe, açıklaması yanlış anlamlara yol açabilir. Anlamada ayırt edilmesi gereken esas nokta, felsefenin diğer tüm disiplinleri de kapsayan hatta -tümü- içeren, başlı başlı bağımsız bir etkinlik olduğu, ancak diğer disiplinler üzerinde söz söylemeye hak sahibi olduğudur. Diğer disiplinler felsefe ile etkileşim halinde olup, felsefe üzerinde böyle bir etkileri yoktur. 

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir Cevap Yazın