Felsefenin Değeri
Felsefenin değeri, genel anlamda anlaşılması bir güç durum örüntüsü altında -yok- gibi algılanır. Özellikle modern dünyada bir şeye değer biçmenin en önemli yolu, şöyle ya da böyle onun somut yararını belirlemek ya da ölçmekten geçer. İşte bu noktada “felsefe” sözcüğünü işiten pek çok insanın ilk tepkisinin biraz da alaycı bir dille, onun hiçbir işe yaramadığını dile getirdiklerine tanık olabiliriz. Bu günümüzde felsefeyle ilgili olarak çok sık rastlanan bir başka yanılgı veya ön yargıdır.
- Pek tabii bu algıya sahip olmak, felsefenin özünden bütünüyle uzak biri açısından, gayet normaldir. Aslında bir nevi yaşamın uzuvlarında salınan, tüm anlamların sıkıştırılmaya çalışıldığı kalıp ve kavramlardan çok daha öte bir algı yansımasıyla dalgalandıklarını görebilmek ve hissedebilmekle alakalı…
- felsefe algısı ve yansımaları da olduğundan fazlasıyla -yanlış bir algı- içine sığdırılarak ders sıralarında aktarıldığı için bunun ötesine geçebilmek gerekir, aynı zamanda felsefe okulda öğrenilen bir yansıma da olmadığı için, bireyin, bütünüyle kendi olma yolunda felsefeyi ne kadar içinde hissedebildiği ve onunla ne denli özdeşleşebildiği ile alakalıdır felsefe aşkınlığı...
Felsefe, yaşama sonsuz güzellikleri yansıtan ve tüm disiplinlere yol gösteren bir hiçlik meselesidir…
Felsefenin değeri ve manevi haz
Felsefenin yararını, doğrudan görebilmek de felsefeye dair bir görüş gerektirdiği için, en azından gündelik yaşama sağladığı faydaları, yaşamsal- somut örneklerle göstererek anlaşılması sağlanabilir. Ve tabii ki felsefeden maddi değerlerin ve zenginliklerin meydana getirilmesine doğrudan katkıda bulunması, elbette beklenemez. Üstelik maddi zenginlik ve refahın insanın değer verdiği yegane şey olmadığını da unutmamak gerekir. Gerçekte, insanlar, refahı ve maddi değerleri, bizatihi kendileri için değil de mutluluğa giden yolda, birer araç olduğu için isterler.
ve felsefe, her ne kadar tüm bu olguların ötesinde, bir hiçlik meselesi olsa da mutluluk amacı için de bir araç olabilir. Nitekim her insan maddi zenginliklere sahip olmaktan haz duymaz. Bazı insanlar, tefekkürde bulunmaktan, yani derin düşünmekten, insan yaşamının anlamını araştırmaktan haz alır. Bu hazza yabancı olan insanlar bile, onun nitelik yönünden oldukça zengin bir yaşantı olduğunu kabul ederler. Demek ki felsefe her şeyden önce insana entelektüel bir keyif, manevi bir haz verir.
Felsefenin, hepsinden öte entelektüel, manevi bir haz verdiğini göz önünde bulundurduğumuzda ve insanın sadece bir vücuttan ibaret olmadığını, onun aynı zamanda manevi bir varlık olduğunu dikkate alırsak, bu durum daha açık hale gelir. İnsan, amacına sadece maddi ihtiyaçlarını karşılayarak ulaşamaz, onun manevi ihtiyaçlarını da tatmin etmesi gerekir. Ve esas kalıcı huzura giden yolda, aşılması ve ulaşılması gereken haz noktası bu hissin ruha, yaşama yansımaları ile olur.
Felsefenin Bireysel Düzeydeki Katkıları
Felsefenin bireysel düzeydeki katkıları, arasında manevi haz yer alır, dedik ve de insanın manevi ihtiyaçlarının en başında merakını giderme, öğrenme, evreni ve kendisini anlama, şu dünyada geçen yaşamını anlamlandırma isteği vardır. Bu isteği de büyük ölçüde felsefe karşılar. Felsefe, insanın kuşatıcı bir bilgi ya da kapsayıcı bir kavrayışa ulaşma talebine, cevap verebilen yegane disiplindir.
Hayatın akışı içinde kendi öz kaynakları dışında başka yerlerden çoğu zaman ilintisiz inanç ve bilgiler, tercih ve eylem tarzları edinen insan varlığı; hayat, dünya ve toplum karşısında belli bir tavır geliştirmek, bu tavrı yaşamının temeline yerleştirmek için söz konusu dağınık materyali tutarlı bir yapı içinde sistematize etme ihtiyacı duyar. Bunu ise, söz konusu materyalin unsurları üzerine geliştirilebilecek eleştirel ve sorgulayıcı düşünüm ile ancak felsefe sağlamaktadır.
Felsefe ile “kendini tanımak”
Felsefe, manevi hazdan önce ve öte, insan kendini-ruhunu tanıma imkanı sağlar. Bu genel doğruyu da ilk olarak ve en iyi antik Yunanlılar göstermiştir. Aslında hemen her kültürde bulunan “kendini tanı!” sözünü en erken kullanan kavim olan Yunanlılar, bu sözü tapınaklarının kapısına yazmışlardır. Ve insan, “Ne” ve “Kim” olduğunu ancak felsefeden veya felsefe yardımıyla öğrenebilir. Bizim salt bir et ve kemik yığını olmayıp, aynı zamanda bir ruh varlığı olduğumuzu, bize en iyi felsefe gösterir.
Dünyaya sadece solup alıp vermek ya da salt keyif almak için değil, biraz da doğaya ve başkalarına olan ödevlerimizi yerine getirmek için geldiğimizi felsefeden öğrenebiliriz. Zira felsefe, her şeyden önce, insan olarak varoluşumuzun anlamıyla ilgili bazı temel soruları ele alır. İçimizden her birinin bu temel, büyük felsefi sorular üzerinde düşünmesinde, varoluşumuzu anlamlandırmak bakımından büyük yarar vardır.
Sokrates de… “ incelenmemiş, sorguya çekilmemiş bir hayatın yaşanmaya değer olmadığını” söylemiştir.
Birey, felsefeye, ilkeli bir hayat sürebilmek için de ihtiyaç duymaktadır. Çünkü insan hayvanlardan farklı olarak, akıllı bir varlıktır. Bu özelliği dolasıyla, hayatını birtakım ilkelere dayandırır. İlkesiz bir hayat, hatta ilkeleri sorgulanmamış bir varoluş, sıradan ve temelsiz bir varoluştur. Hayatımızın böyle ilkesiz bir varoluşa dönüşmemesi için felsefeye ihtiyacımız vardır. Felsefe, yine bireysel olarak bu dünyadaki kısacık hayatımızda bize neyin bizim elimizde olup neyin olmadığını da gösterir.
Sokrates gibi yirminci yüzyıldın önemli düşünürlerinden Jean-Paul Sartre ( 1905-1980 ) de, olgusal koşullarımızı değiştirmenin bizim elimizde olmadığını söylemiştir. Yani, bu dünyaya gelmişsek eğer, gelmemiş olmak elimizde değildir. Anamızı babamızı, doğduğumuz coğrafyayı, mensubu olduğumuz dini, üyesi bulunduğumuz millet ya da etnik grubu seçmek de elimizde değildir. Bütün bunlar biz insanlar için verili olan, değiştirmenin mümkün olmadığı şeylerdir. Ama karakterimizi ve insanlığımızı geliştirmek, daha iyi ve daha erdemli insan olmak için çalışmak, bizim elimizde olan bir şeydir.
Sartre bu nedenle “İnsan kendisinden ne yaratırsa ondan ibarettir” demiştir.
Felsefe ile “Gündelik yaşama dair problemleri çözebilme yetisi”
Felsefeye, hayatın akışı içinde, karşılaştığımız sorunların üstesinden gelmek ve yaşamı zorlayabilecek çeşitli olaylar karşısında, dik duruş sergileyebilmek için ihtiyaç duyarız. Pek tabii farkında olunmadan yapılan bu duruma karşılık, farkındalığın bakışı ile yapıldığında daha etken dönüşüm sağlamak mümkün olur.
İsviçreli psikolog ve düşünür Carl Gustav Jung’un ( 1875-1961) söylediği üzere “ Hayatın akıntılarında yüzen hiç kimse dertsiz kalmaz” Felsefe kaygılarımızı hafifletmemizi, dertlerimizi aşmamızı, bu dünyadaki hayatımız sırasında yolumuzu kaybetmemizi sağlayan en önemli araçtır.
Felsefenin yolumuzu bulmamızı sağlayan en önemli araç olduğunu gözler önüne sermek üzere, Wittgenstein’de benzetmelerinden birinde, insanın bu dünyadaki durumunu bir şişe içindeki sineğin durumuna benzetmiştir. İlgili benzetmeye göre, şişenin içine sıkışmış olan sinek şişeden dışarı çıkmak ister fakat bunu nasıl başarabileceğini bilemez. İşte felsefenin esas görevi, sineğe şişeden nasıl çıkacağını göstermektir.
- Biz insan varlıkları da bu dünyadaki hayatımız sırasında zaman zaman kendimizi kapana kıstırılmış hisseder ve yolumuzu bulmakta güçlük çekeriz. Ve felsefe, bu noktada, biz insan varlıklarının kapana kıstırılmışlık, duygusundan kurtulmamızı sağlayarak, yönümüzü bulmamıza yardım eder.
Aynı zamanda kafa ve kavram karışıklığımızı gidermeye yarar. Çünkü günümüzde pek çok insan birtakım zihinsel karışıklıklar yüzünden dertler ve kaygılar içinde kıvranıp durur. Gerçekten de insanlar son zamanlarda giderek artan bir sıklıkla imtiyazları değiştirirler. Tarafsızlığı öznellikle, istemeyi ihtiyaç duymakla, fiyatı değerle, zenginliği başarıyla karıştırmaktadır. İşte bu kafa karışıklığını giderecek, kavramsal açıklığı sağlayacak olan şey felsefedir. Çünkü felsefe, insana birçok konuda doğru ve açık seçik düşünebilmeyi öğretir. Felsefi düşüncenin yöntemleri, insana hemen her konuda akıl yürütebilmesi için gerekli temelleri hazırlar. Böyle bir düşünce türü, insanın bir probleme birçok yönden bakabilmesini, sorunlara ön yargısız yaklaşabilmesini sağlar. O insanın hiçbir şeyi mutlaklaştırmayıp her şeyi eleştiri süzgecinden geçirebilmesini temin eder. Tüm bunlar göz önüne getirildiğinde, felsefenin, insanın özgürleşmesine katkı yaptığı rahatlıkla söylenir.
Felsefe ile kazanılan yeti -içgörü-
Felsefe, hiçliğe giden yolda hiç olabilmenin ve hiçlikle kozmosa akabilmenin ve onunla bir bütün olduğunu idrak edebilmenin tüm güzelliğini büyülü bir yansıma ile ruha işler. Birey, bu büyülü yola düştüğü an, kendini içinde bulduğu o fantastik dünyayı ve de asolan hakiki boyutu hissedebilme yetisine erişebilirse ve yanıp tutuşabilmenin aşkınlığına varırsa, görü’nün ötesinde salınımlar yaratan güzelliği görebilen ve o’nunla bütünleşebilmenin hissinde içgörü dokunuşlarını canlandırmanın inceliğine ulaşır.
Felsefenin Kurucu, Bütünleştirici Boyutu
Can you be more specific about the content of your article? After reading it, I still have some doubts. Hope you can help me.