Felsefenin Kelime Anlam Yolculuğu
Bilinc.tin.us Felsefe

Bilgelik Sevgisi Felsefe

Philosophia Nedir?

Bilgelik Sevgisi Felsefe, felsefenin bilgelik sevgisi olarak anlam karşılığını bizlere sunar. Philosophia Türkçe’deki karşılığı -bilgelik- anlamına gelen, Grekçe bir kelimedir.  Philosophia, phileo ile sophia sözcüklerinden türetilmiştir. 

  • Philosophia nedir, kelime anlamı sevmek anlamına gelen “phileo” fiiliyle bilgelik anlamına gelen “sophia” sözcüklerinden oluşur.
  • Felsefeye, bilgelik sevgisi ya da hikmet arayışı anlamı yüklenmek istenmiştir. 
  • Bilgelik, kesinlikle çok fazla şey bilme, yani çeşitli kaynaklardan ansiklopedik bilgiler ya da gözlem yoluyla çok sayıda deneyim biriktirme anlamına gelmez.

*Bilgelik sevgisi, belirli bir zihinsel olgunluğa sahip olma, sorgulayıcı bir tutumla, sahip olunan bilgileri anlamlı ve ilkeli bir yaşam doğrultusunda, sağlıklı kullanma, yaşamı iyi okuyup doğru ve anlamlı bir şekilde yorumlama anlamına gelir.

Bu doğrultuda bilgelik ya da bilgelik sevgisi;

  • Sadece yaşama sanatı, doğru ya da uygun eylemde bulunmak, aşırılıktan veya ölçüsüzlükten sakınmak, felaketleri metanetle karşılaşmaktan ibaret olan, bir ahlak kavrayışı ya da moral duruş da değildir.
  • Tüm bunların yanı sıra ve en önemlisi bilgelik anlayışı, belli bir entelektüel tutum, olup bitenlerin nedenlerine dair sağlam bir kavrayış, varlığın yapısına ve hayatın anlamına dair derinlikli bir vizyon, eylemlerin ilkeleri ve nihai amaçlarla ilgili kuşatıcı bir düşünüm anlamını taşır.
Thales, Merak Duygusu

Ünlü Yunan filozofu Aristoteles, felsefenin antik Yunan’da doğuşunda, ilk felsefeci ya da filozofların duydukları merak ve hayretin belirleyici rol oynadığını ifade etmiştir. Nitekim Batı felsefesinin ilk filozofu olarak kabul edilen Thales’le ilgili anlatılan öykü-anekdot bu durumu söyle açıklar.

Batı Anadolu kıyılarında yaşayan, geçim sıkıntısı çekmeyen filozof olarak Thales’in ilgisini çeken durumlar, ortalama insanın ilgi alanlarından çok farklıdır.

  • Gündelik işlerini kölesi ya da hizmetkarlarına yaptıran Thales, “bir şeylerin neden var olduğunu “merak ediyordu. Hatta yeryüzündeki şeyleri bir tarafa bırakıp “gökyüzünde olup bitenlere” ilgi göstermişti. Bir gün yanındaki Trakyalı hizmetkarı ile gezintiye çıkar, anlatılanlara göre; gökyüzüne bakarken önündeki çukuru göremeyip yere boylu boyunca serilir. Thales yere serilmekle de kalmayıp kölesinin alayına hedef olur. Kölesi “Siz filozoflar böylesiniz; ayağınızın altındakileri görmezken göklerde olup biteni anlamaya çalışırsınız!” demiştir.

Thales ile onu alaya alan kölesi, iki farklı insanı temsil eder.

  • Kölesi, esas itibarıyla karnını doyurmaya çalışan, gündelik hayatın sorunlarıyla baş etmeye çalışan insanı temsil eder. Oysa Thales, maddi problemlerini halletmiş bir kimse olarak dünyayı anlamaya, olup bitenleri kavramaya ve anlayama çalışan bir düşünürü simgeler.

Thales dünyanın neredeyse kusursuz düzeni, mevsimlerin birbirlerini kusursuzca ilerleyişi karşısında hayrete düşmüştür.  Gökyüzündeki güneş, ay ve yıldızların muhteşem görünüm ve dizilişi karşısında adeta dehşete kapılır. Bu düzenin kaynağını, gökyüzündeki dev nesneler arasındaki ilişkiyi, var olanların nereden gelip nereye gittiklerini merak eder. Felsefeyi ve bilimi yaratan da onun bu merakıdır.

Felsefe ile Merak Duygusu, İç İçe…

İnsan doğası gereği merak eder. Diğer canlı türlerinden farklı olarak görülen insan, olup biten hemen her şeyi aynı zamanda hayretle karşılayan bir varlıktır.

  • İnsanın bu özelliğini meşhur İngiliz filozofu Thomas Hobbes (1588-1678 ), şöyle ifade eder; “Gördüğü olayların sebeplerini araştırmak insanoğlunun doğasına özgüdür. Bazıları daha çok araştırır, bazıları daha az ama herkes kendi iyi ya da kötü kaderinin sebeplerini araştıracak kadar meraklıdır.”

Felsefeyle uğraşabilmek ya da felsefeci olabilmek için en çok ihtiyaç duyulan şey, işte bu merak ve hayret etme yeteneği ve bilgelik sevgisi dahilinde duyulan özlem hissidir. Bu yetenek bütün çocuklarda, özellikle de küçük yaşlardaki çocuklarda vardır muhakkak.

  • Her birimiz az ya da çok, çocukların “Yalan söylemek neden yanlıştır”, “İnsanlar ölünce nereye giderler?” gibi sorularıyla karşılaşabiliriz ve bu sorular karşısında zaman zaman, kimileri ne söyleyeceğini bilemez ya da kendine dahi sormadığını o an fark edebilir. 
  • Büyüyen ve gelişen çocuklar ise “Eğer özgür bir ülkede yaşıyorsam, yapmak istediğim her şeyi neden yapamıyorum?” gibi yanıtlanması kolay olmayan soruları sormadan yapamaz. Fakat çocukların, gençlerin geneli ilerleyen süreç ve yaşlarında, hayret ve meraklarını yitirirler ve alışkanlığa teslim olurlar.
  • İşte bu noktada, felsefe uğraşı ortaya çıkar, çünkü kimilerinin içinde aşk ateşiyle günden güne daha da yanar, yaşam boyu devam eder.
Felsefe Uğraşı:

Felsefi sorular, bütün insanları yakından ilgilendirmekle beraber, herkes felsefeci olamaz ya da pek tabii olmak gibi bir zorunluluğu da bulunmaz. Çünkü bu yolda yol alabilmek ve aşkla gidebilmek içten gelen bir yansımadır.

Yaşamın içinde seyrederken, çoğunluğun büyük kısmı felsefi sorularla ilgilenmez. Büyüdükçe, insanlar günlük hayata çok farklı nedenlerle öylesine sıkı bir şekilde bağlanırlar ki yaşama ve dünyaya hayret etme duygularını bastırırlar.

  • Oysa felsefeciler gibi çocuklar için de dünya ve onun üzerinde olup biten her şey yenidir. Bu yüzden her şey, onların merak ve şaşkınlığına konu olur. Oysa yetişkinlerin pek çoğu dünyayı olağan bir şey olarak görür. Onlar, şaşırtıcı görünümler sergileyen hayatı olduğu gibi benimserler; kalabalığın bir parçası haline gelip, alışkanlığın etkisiyle herkesin yaşadığı gibi sorgulamadan yaşarlar.
Sorgulama, Şüphe

Yaşamın içinde, insanların çoğunluğu ömrünün bir noktasında, felsefi soruları unuturlar. Bunun önemli nedenleri arasında ise, şüphe etmekten vazgeçme, dogmatik yanıtlarla yetinmenin kâfi gelmesidir. Şüphe, sunulan açıklamayla yetinmeme, var olan şeylerin olduklarından başka türlü olabileceklerini düşünme eğilimi olarak ortaya çıkar. Aynı anda merak ve hayret duygusunun tamamlayıcısı olan önemli bir faktördür şüphe.

ve şüphe, felsefi sorgulamayı harekete geçiren, en temel güç ya da etkenlerden biridir. Şüphe eden insan, gerçekliğin göründüğü gibi olmayabileceğini, görünüşün gerisinde farklı nedenler olabileceğini düşünen ve dolayısıyla algısal görünüşlerin ötesine geçebilen insandır.

Aynı zamanda şüphe ederek ve sorgulayarak yaşamak, her zaman ve herkes için kolay olmaz. Bu yüzden insanların büyük bir çoğunluğu kendilerine açık iki alternatiften biri olarak şüphe yerine rahat bir yaşamı seçerler. Şüphenin ve sorgulamanın riskinden, zaman zaman kaygıya yol açabilen yapısından kaçan insanlar, çoğu zaman alışkanlıklara bel bağlarlar. Alışkanlıklarının etkisiyle davranan ya da şüphe etmeden yaşayanlar, çoğu zaman bireyselliklerini veya bireysel kimliklerini unutarak, kolektif kimliklerine bağlanırlar; herkesin yaptığı gibi yaparak, yaşadığı gibi yaşayarak, dogmatik kalıpların cenderesine sıkışmış bir biçimde sıradan bir hayat sürdürürler.

  • Amerikalı ünlü düşünür Ralph Waldo Emerson ( 1803 -1882 ) “Tanrı her zihne, kişinin gerçeklik ile rahat bir yaşam arasında, kendi tercihini yapması için bir imkan sunar; bunlardan hangisini seçeceği insana kalmış bir şeydir. Ama o, ikisini birden asla seçemez” demekteydi.

*Oysa felsefenin özüne eren bir zihin, felsefe doğrultusunda, akışı sonsuz ve fantastik bir düşün izinde nefes almanın, ışık yansımalarına tanıklık eder. Bilimin, sanatın… Her birinin öz değerini, evrenin yansımasında felsefenin zihinsel süreçleriyle özümser. Düşüncelerinin ışığında, evreni hissettiği gibi onun öz değerini anlayabildiği ölçüde, yaşamın sıradanlığından öte hakiki bir düzlemde olmanın güzelliğini hisseder. Ve yaşamı sıradanlaştıran bir insandan öte, hakikatin izini hissedebilmenin düşünde, her anı şiirsel bir hazzı duyumsayarak yaşar. Yani aslında, ikisini de aynı anda deneyimlemeyi tercih ederek, sevgi ve tutkuyu, huzuru iç içe soluyabilir. 

  • Çünkü düşünürün, tüm bu merakı, hayreti ve hayranlığı, tutkusu ve aşkı ve huzuru ve sevgiyi tek bir noktadan dağılan kaynağına bakabilmenin düşünde… evrenin kıvrımlarında, kendi özünü bulmanın ve yaratabilmenin… -sıkışmışlığın ötesinde- özgür yansımasına-ruhuna erişmeyi arzular.
Platon’un Mağara Alegorisi:

Antik Yunan filozofu Platon, bu metaforda; bir yer altı mağarasında yaşayan bazı insanlar düşünülmesini ister.

  • Bu insanlar, dışarıdan en küçük bir ışığında dahi girmediği büyük bir yer altı mağarasının en dibinde; ellerinden, ayaklarından ve boyunlarından zincire vurulmuş şekilde oturmaktadırlar. Bu sebeple de sadece önlerindeki duvarı görebilirler. Onların arkalarına uzun ve büyük bir perde çekilmiştir. Perdenin gerisinde ise birbiriyle konuşarak koşuşturup buran insanlar bulunur. Bu koşuşturan insanların arkalarında büyük bir ateş bulunduğundan dolayı, onların gölgeleri duvara vurur. Zincire vurulmuş insanlar, perdeden duvara vuran gölgeleri gerçek sanırlar. Aslında arkadan gelen insan seslerinin duvardaki gölgelerden geldiğini düşünürler. Bütün hayatları boyunca, gördükleri bu gölgelerin gerçek olmayabileceğinden en küçük bir şüphe dahi duymazlar.

Platon bu noktada, bir teklifte bulunur ve bu defa “bu mahkumlardan birinin prangalarından kurtarılarak, yüzünün geriye, ışık kaynağına çevrilmesinin sağlandığının” düşünülmesini ister. Eski mahkum ise, karşılaştığı bu yeni duruma, muhtemelen uyum sağlayamayacak, gözleri kamaşacak, hatta belki de kör olacaktır. Platon’un yorumuna göreyse, insanın alışkanlıklarını terk etmesi çok zor olduğundan, o eski yerine, zincirlerine dönmek isteyecektir.

Bilgelik Sevgisi ve Kavramı ile Platon

Platon, antik Yunan’da bilgelik kavramını, en iyi açıklayanlardan biri olarak görülür. Hocası, Sokrates’in savunması’nda, bilgeliğe sahip olan veya onu arayan kişiye filozof derken, söz konusu bilgeliği eleştirel tartışma ya da sorgulamadan geçebilen, sorgulayıcı bir sınamayı bir sınamayı başarıyla aşabilen bir bilgelik sevgisi olarak ifade eder.

Felsefeye özgü bu bilgelik sevgisi anlayışının, diğer bilgi ya da bilgelik türlerinden tamamen farklı olduğunu savunan Platon’a göre, ne devlet adamı ne zanaatkar ne de ozan, fiilen icra etmekte olduğu işi neden yapmakta olduğunu ve hayatının nihai amacını açıklayabilecek durumdadır. Farklı meslek grubundan olan insanlar, amaçların bilgisinden yoksun olmaya ek olarak, yapıp etmeleri için temel ilke ve fikirlerden oluşan açık ve sorgulanabilir sistem oluşturmuş değillerdir. Platon’un söz konusu felsefe telakkisinin bakış açısından, bir kimsenin zaman zaman bilgece ya da adil veya güzel bir şey yapmış olması, onun gerçek anlamda bilgeliğe sahip olduğu anlamına gelmez. Her yönü ve bütün dayanaklarıyla temellendirilmiş bir hayata erişebilmesi için, onu eylemlerinin, yapıp etmelerinin ve bir bütün olarak da hayatının hesabını, her tür eleştirel sınama veya sorgulamadan başarıyla geçecek şekilde verebilmesi gerekir.

 Sokrates; “Bildiğim tek bir şey var, o da hiçbir şey bilmediğim…”

Sokrates’in dostlarından biri Delphoi tapınağındaki kahine “insanların en bilgesinin kim olduğunu” sormuş. Kahin duraksamadan “Sokrates” yanıtını vermiştir. Oysa Sokrates, “ Bildiğim tek bir şey var, o da hiçbir şey bilmediğim” demiştir ve söylediği sözün, derinliğini anlamak adına dahi öncelikle o derinliğin uzuvlarında süzülmek gerekmektedir. Aksi halde her yerde dilden dile gezen ve anladığını sanan insanların dilinde ezberlenen bir söze dönüşür.

  • Mesaj Sokrates’e ulaşınca, filozof ondaki hikmeti ortaya çıkarmak amacıyla insanları sorgulamaya başlamıştır. Sonuçta kahinin söylediğinin doğru olduğunu anlamıştır. Çünkü insanların, hayatın anlamıyla ilgili sağlam bir kavrayıştan yoksun oldukları gibi, bu durumun farkında bile olmadıklarını görür. 
Platon’un çizdiği filozof resmi, metaforu:

Platon’un çizdiği filozof resmi ve ifade ettiği bilgelik sevgisi ve anlayışı, antik Yunan’da Pythagorasçılar tarafından milattan önce altıncı yüzyıldan itibaren geliştirilen felsefeci imgesiyle tamamen uyumludur.

Söz konusu felsefeci imgesi; Olimpiyat Oyunları’nda biri şan şeref için koşmaya gelen atletin, diğeri oyunlar vesilesiyle bir şeyler satarak para kazanmaya çalışan satıcı ya da tüccarın ve sonuncusu da bütün bu curcuna içinde, insanların ne yapmaya çalıştıklarını, hangi motiflerle eylediklerini anlamaya çalışan filozofun duruşu veya hayatı olmak üzere, üç farklı hayat tarzı bulunduğunu dile getiren “üç hayat öğretisi”nden çıkan resmidir.

  • Bu metaforda, satıcı ya da tüccarlar, maddeye belli bir düşkünlük gösteren, yalnızca parayla mutlu olunabileceğini düşünen insan tipini ifade eder. Atlet ise egosu güçlü, şan ve şeref peşinde koşan, her daim kendini kanıtlama mücadelesi veren insanı gösterir.
  • Oysa felsefeci, olup bitenleri anlamaya çalışan, insanları peşlerinden koşturan şey ya da güçlerin gerçek değerini kavrama çabası içinde olan, kısaca sadece insanları değil, bir bütün olarak hayatı anlamaya çalışan insanı ifade eder.

 

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir Cevap Yazın