Felsefe dünyayı, yaşamı ve toplumu sadece anlamaya çalışmaz. Aynı zamanda da tüm bunları, anlamlı kılmaya ve açıklamaya çalışır.
- Felsefenin, Platon tarafından geliştirilen ve birçok filozofun yorumlamasında da karşılaşılan tanımı;
Onun ya da felsefeyle meşgul olan filozofun algısal görünüşlerin ötesine yükselerek, gerçekliğe erişebildiğini, gündelik dünyanın sürekli bir değişim içindeki gelip geçici şeylerinden farklı olarak kalıcı gerçekliğe nüfuz edebildiğini dile getirir.
Felsefe ile Diğer Disiplinler
Felsefe, kalıcı ya da nihai gerçekliğe nüfuz edebildiği, gerçekten var olanın ne olduğunu gösterebildiği için; ön kabullere, sorgulanmamış kanaatlere, kısmi görüşlere ihtiyaç duymaz. Felsefenin bu özelliği, sorgulanmadan doğru kabul edilmiş fikirleri ve bilimlerin ön kabullerini, sorgulayıp eleştiri süzgecinden geçirmesini sağlar.
Felsefe, Platon’un gözünde kesin bilgiyi mümkün kılan yegâne nesneler olarak ideaları, yani ezeli-ebedi ve değişmez varlıkları konu aldığı içindir ki filozof doğallıkla çok özel türden bir bilgeliği, yani gerçekliğin hakiki doğasıyla ilgili kesinliği arayan kimse olarak ortaya çıkar.
- Platon, varlığı görünüşler ve İdealar dünyası olarak ikiye ayırmış, nihai gerçekliğin idea cinsinden varlıklar olduğunu söylemiştir. O, felsefenin İdealara erişebildiğini düşündüğü için, felsefeyi bütün disiplinlerin kraliçesi yapmıştır.
Algısal görünüşlerin ötesine geçerek kalıcı gerçekliğe erişmek, gerçekliğin doğasını kavramak ise elbette var olanlara ilişkin olarak bir açıklama getirebilmek, tek tek her şeyin ne için olduğunu bilmek, yani amaçların bilgisine sahip olmak anlamına gelir. Bu açıdan bakıldığında, söz gelimi beşerî gerçekliğe nüfuz etmek veya insanın gerçek doğasını kavramak, insanı insan yapan şeyin ne olduğunu, onun hangi ideale yönelmiş bulunduğunu veya daha doğrusu yönelmesi gerektiğini bilmek demektir.
Platon’un, Sokrates’i anlatan “Phaidon” diyaloğuna dair;
Platon, Phaidon adlı diyalogunda, hapishanedeki Sokrates’i anlatır. Sokrates, felsefi sorgulamalarından rahatsız oldukları için kendisini bir şekilde susturmak isteyen kimse ya da çevrelerin aslında önemli ölçüde temelsiz suçlamalarıyla mahkemeye verilmiştir.
- O savunmasıyla, kendisinin bir filozof olarak ilahi bir misyonla, toplumu ve yurttaşlarını değer vermemeleri gereken şeylere değer verdikleri, değer verilmesi gereken şeylere de değer vermedikleri için eleştiren bir at sineği olma misyonuyla yüklenmiş olduğunu dile getirir. Kendisine verilmesi muhtemel, idam cezasından kurtulması fazlasıyla mümkün iken hayatını bir bütün olarak tekzip etmemek adına, ölüm cezasını bir anlamda kabul etmek zorunda kalır.
Hapishanede cezasının infaz edilmesini beklerken, kendisini kaçırmak isteyen dostlarının teklifini, Yunan yasalarıyla yaptığı anlaşmaya ve yurttaşlık yükümlülüklerine sadık kalmak adına reddeder. Platon işte bu noktada, kendisinden önceki doğa filozoflarının, beşerî gerçekliğe ve insanın amaçlarına ilişkin bilgiden bihaber olmaları nedeniyle, gerçek bir bilgelikten yoksun kaldıklarını ima eder.
Onlar Sokrates’in hapisten neden kaçmadığını, altında yatan düşüncesini, açıklayamazlar. Bu filozofların bildikleri yegâne açıklama türü, maddi açıklama olup, onlar Sokrates’in hapishanede olmasını filozofun kemiklerinin ve kaslarının hareketiyle açıklarlar.
- Oysa Sokrates’in eylemini anlamak için, bu filozofların onun vücut yapısını değil de ideallerini ya da amaçlarını hesaba katmaları gerekir. Bu örnekten hareketle, felsefenin; sadece neyin gerçek olduğunu değil, aynı zamanda da hangi açıklamanın temele alınacağını, dünyanın esas itibariyle hangi yönlerinin gerçek ve kalıcı olduğunu kavramaya yöneldiği söylenebilir.
Felsefenin, anlamlandırma ve açıklama yönü;
Felsefe, anlamlı kılmaya ve açıklamaya yönelik yönünü, insanın varlık yapısı ve antropolojik özellikleriyle açıklar. Buna göre insanı, diğer canlı türlerinden ya da hayvandan ayıran önemli bir özellik, onun sadece hayatta kalmaya çalışan ve türünü devam ettiren salt bir doğal varlık olmayıp, içinde yaşadığı dünyayı veya çevresini anlamlı kılmaya ve açıklamaya kalkışmasıdır.
- Örneğin hayvan bir diğerine sadece doğal yapısının ve ihtiyacının doğal bir sonucu olarak yönelip onu kendisiyle çiftleşmeye zorlar.
- Oysa insan karşı cinse olan bu yönelimini, doğal bir boyuttan çıkartarak manevi bir boyuta taşımakla, onu sevgiyle bezemekle kalmayıp aynı zamanda da bütünüyle anlamlı hale getirir.
Yine bir köpek ya da at, kendisine sunulanları ya da çevresinde bulduklarını doğal bir biçimde tüketerek beslenme işlevini yerine getirerek yaşamını sürdürür.
- İnsan da aynısını yapar, fakat insan bunu yapmakla yetinmeyip, beslenme ve sindirim fonksiyonlarının canlılarda nasıl gerçekleştiğini sorgular, söz konusu fonksiyonlara ilişkin olarak anlamlı açıklamalar geliştirir.
- Hayvanlarda hiç kuşku yok ki yakınlarındaki ya da çevrelerindeki diğer canlıların ölümüne tanıklık etmekle kalmaz, sonlu ve sınırlı varlığının bilincine varan yegâne varlık olarak kendisine kaygı veren bu durumu zihninde tasarlayıp anlamını sorgular. Hatta sadece ölüme değil, ölüm olgusu üzerinden, hayatına da bir anlam yükleme durumuna gelir.
Buna göre insan karşılaştığı tikel olguları anlamlı kılan, onlara açıklama getirebilen bir varlıktır. Bunu çoğu zaman, tek tek olguların gerisindeki tümellere, algısal görünüşlerin ötesindeki gerçekliğe nüfuz etmek suretiyle yapar. İnsanın bunu yapabilmesini, sadece kendisine özgü olan bu başarıyı hayata geçirebilmesini mümkün kılan şeyse, onun salt maddi bir varlık yapısıyla sınırlanmayıp aynı zamanda manevi bir varlık olması olgusudur.
- İnsanın söz konusu ruhsal boyutu, farklı şekillerde tezahür eder. İnsan, ruhsal boyutu sayesinde, aklıyla olduğu kadar, duyguları, imgelemiyle de kendisini gerçekleştirir. Bu durum, insanın; varlığa tek ve monolitik bir biçimde değil de farklı şekillerde anlam yükleyebilmesini, dünyayı farklı perspektiflerden açıklayabilmesini mümkün kılar.
It’s very interesting! If you need help, look here: ARA Agency
Equilateral triangle. Crank. Pomona college. https://bit.ly/hdrezka-hdrezka-hdrezka
I do not prefer to think so but it surely may happen.