…2017- 2021…
Bakmak, gözlerine…
Öylece bakıyordu.
Düşlerine kapılıp giden birini anımsatıyordu gözleri…
Sıcak bir bahar havası,
rüzgarın tatlı esintisi
uçuşuyordu…
bedeni, ruhu…
Kayıp bir ruh… eksik bir parça…
Hepsi onunla yok oluyor,
kayboluyordu,
ufuk çizgisi gözlerinde
Bakmak…
Kaç geceye öylece, kayıp bir ruh ile…
Bilmiyordu.
Kimliksiz geceler…
Gölgeler…
Hepsi, içinde başka bir benliği ifade ediyor,
o ise…
Kayıp ruhu hangi kimliğinde saklı
bilmiyordu…
Bakmak…
kaç gece… gölgelerde kayıp benliğine…
…
Her an, kayıp bir gülümseyiş (…)
Gülümseyişi kelebeğin dokunuşu.
Kadifemsi bir hissi andırıyor, ruhu.
Her an, bir yaz günü sıcaklığında, bahar esintisi
sesinin her bir tını.
O varlığımda,
Mavi gökyüzünün eşsiz yeryüzü yansıması
Masum çocuk yüzü, ilk adımımda…
Sıcak derin bakışları, ilk hissedişimde…
O kayıp benliğimin ilk hali.
O kayıp ruhum, o kayıp ben…
O kayıp bir his,
Evren, dünya…
Bir kayboluşun, var oluş hikayesi…
O benliğimin, hep kayıp yansıması
Her an, her anım kayıp bir gülümseyiş (…)
Uçmak
Uçmak gökyüzüne…
Gökyüzüne doğru kıvrılarak uçuyordu.
Kanatlarındaki siyah çizgiler sanki güneşin gölgesinde kalmıştı.
Oysa gökyüzüne doğru kıvrılmasına engel değildi.
Ahengini hiç bozmuyordu.
Gözleri ileri hep daha ileriye bakıyordu.
Biliyordu kafasını bir an olsun arkasına çevirmek istese
dengesini kaybedecek ve bulunduğu konumdan hızla düşecekti, aşağı daha aşağı…
O kanatlarının gücüne değil, ileriye bakabilen gözlerine inanıyordu.
Onu hızla ileriye taşıyan umutlarına olan inancı, umutlarının gücüydü.
Zaman zaman rüzgarın etkisi ile düşen tüylerine hiç oralı olmayışı,
umursamazlığından değildi.
Uçmak…
Sadece uzaklığın ötesine, gitmek isteğindendi.
Bu bir kaçış değildi.
Tutunmak istediği tüm dallar bırakıverdiğinde onu öylece.
Sığınmaktı kendi varlığına.
Kırılgan, hassas varlığı nasılda güçlüydü zamanın ötesinde oysa (…)
Günün doğumu ‘’Doğum Günü’’
Bugün, bırakılışımın
Terk edilişimin ilk günü
Oysa nefes aldıkça sonu gelmeyecek bunun, biliyorum.
Bugün sonsuzluğun aşığı olduğum gün.
Bugün yaşama katıldığım, ondan bir gün sonsuzluğa kadar ayrılacağımın mührü.
Bugün aslında onu hep o perdenin arkasından izlemeye başladığım gün…
Her gün her an,
Kaybolan ruhum, bırakılmışlığın tedirginliğinde…
Her nefeste biraz daha ona, vuslata koştuğum bugün
Bu dünyayı bildiğimi unuttuğum.
Evreni, zamansızlığı, var oluşumu her şeyi unuttuğum hiçliğe doğduğum gün.
Saniye saniye ona tüm benliğimle koştuğum gün
Bir gün bugünü anladığımda
Gerçekliği yitirdiğim, zamanın zamansız boyutlarında kendimi bulduğum gün.
Ve lanetlerken bir gün bugünü
Sonu gelmez sorularımın cevaplarını bulamadığım gün
Bugün her saniye özlemle boğulacağım yaşama adım attığım gün
Bugün hem kaybettiğimin simgesi hem bulmaya ant içtiğim gün
Kayıp ben, kaybolmuş ruhum
Ve gözlerimi açtığım an ona koştuğum
Bugün ne ilk ne son gün.
Sınırları olmayan, tüm başlangıçların sonu… Tüm sonların başlangıçları…
Sonsuzluk ve ben
Bugün,
Sonsuzluğa aşık olduğum
Bugün ölüme eş, ölüme ölümümle tanık olduğum gün (…)
Bir yalnızlık şiiri
Bir yalnızlık şiiri yaşam.
adım adım yokluğa giden,
hiçliği hisseden,
kendinde kayıp kendini…
bir kayboluşun içinde bulan.
Dünya, evren…
bir yalnızlık şiiri…
yalnız başladığın tek bitirdiğin…
Yalnızlık şiiri… yaşam…
dünyalarımız bir gizem…
oysa… her biri, bir biri içinde hissedilen.
Gölgem, Sen ve Ölüm
Gece gölgeme yakın
Sen gölgeme,
Gölgem,
Karanlığın her bir gizinde ölümü sayıklamakta
Ölüm gölgemin bedeninde gökyüzüne sarılırken
Ben sonsuzluğun özleminde,
Hiçliğin ortasında…
Kaburgalarım can çekişmekte, ruhumun her bir kıvrımında.
Her yer… Her şey…
Gölgemin kıvrımında ölüm, ölümün her bir zerresi sen.
Sen ölüm, ölüm gölgem.
Gökyüzüm sen, gölgem sen, ruhumun her bir kıvrımı sen.
Baktığım ölüm, dokunduğum gölgem,
(…)
Karanlık!..
Sırlarla dolu karanlık
Giz, karanlık bir düş
Her bir kıvrımı umut… Düş kırıklığı… Kayboluş…
Karanlık… Aydınlık…
Her biri, birbiri için bir geçiş.
Güneşin saklanışı… Karanlığın onu yok edişi…
Masum değil hiçbiri…
Suç, yalan, tutku, korku…
Her biri her yerde…
Karanlık…
Seni sana anlatan bir gölge
Onunla tanır, onunla karışırsın evrene.
O kayıp bir düşü çağırırken, her bir geçişte…
Sen saklanmanın, o yok etmenin düşünde
(…)
…2018-6-19
Hüzün…
Gözlerimin dokunduğu her yer.
Derinliği maviliğin,
gölgesi karanlığın
hüzün.
Ufka doğru süzülen bir kuşun çırpınışları…
Hiç… Hiç duyulmayan özgürlüğün o eşsiz tını…
Dokunamadığım kayıp anlar.
Hep hüzün dokunuşları.
Bir yer hayal et, hiç değmemiş olsun hüzün!
Tüm renklerinden, kimliklerinden arınmış bir yer.
İşte…
Bilmediğim, bilmediğin kayıp benliğimiz, orada hep el ele…
Unut o yeri…
Ya şimdi?
Buram buram hüzün kokuyor buralar.
Gözlerin, gözlerim…
Yaşam ölümün koynunda hüzün!
Hüzün, saniye saniye…
Ufka doğru süzülen kuşun hiç tatmadığı, özgürlüğün çırpınışları gibi…
Nefes almakta…
Gitmek!..
Büyüsüne her an kapıldığım, uzaklığın diğer yarısı!
İçimde bir yerler var, o yer uzaklığın en uç bölgesine gitmenin hayaliyle,
tutuşmakta… bir tutku … yangın…
Bu! Küçük bir çocuğun, büyümeye adım attığı an düşlerini süslediği gitme büyüsü!
Sanki her birimize, doğduğumuz an… belki de daha önce…
uzaklarda bir yerlerde var olan mutluluğun ülkesine, gitmenin büyüsü yapılmakta…
her yer, gitmeye meyilli ruhumuzun, düşlerine düş katmakta…
ESKİ!..
Kararmış geçmişi andırır penceresi…
Saklı kalmış anları.
Hiç silinmeyen sesleri barındırır, isli duvarları.
Her an, her bir köşesinde yankılanır, hayatın düşleri.
Kim baksa, onu yansıtır kıvrımları.
Aynada bakmak gibi… Geçmişine… Kendine…
Eski, kırık dökük… Duvarlar… Yankılanan…
An be an!
Haykırır kimliğini…
Tıpkı bir gün bedeninin son hali gibi…
Eski… kırık dökük…
Gölgenin hayatına düştüğü en son tonu…
Cinayet…
Sözlerim dilimin ilk cinayeti…
Gözlerim cinayetin tanığı…
Hislerim, duygularımın kara lekesi.
Yalanın,
Zamanın, bu bozuk düzenin esiri…
Adım attığım o ilk andan itibaren, sözlerim… hislerimin ilk cinayeti
Dilim bir başka dile hükmettiği an
Bilirim…
Hislerimin ilk ihanet çanları çalmaya meyilli.
Tüm bunlar… Tuhaf… Tuhaf…
Tuhaf bir cinayet süsü ilk hissedişim, ilk sözlerim…
Cinayet ilk nefes alışım…
Cinayet… Son nefesime giden her anım.
Sözlerim, benliğimin ilk ihaneti
Dil benliğimin ilk cinayeti
Her söz, dilin ihaneti…
Her an bir cinayet süsü
Masum… Masum …
Sadece bir his…
Dile gelmeyen, ifadesi zor, sözlerin anlatamadığı…
Hepimiz cinayet kurbanı, cinayetin kendisi…
Hepimiz işlediğimiz cinayetin esiri…
Ben… Sen… O… Onlar… Bizler…
Masum bir kırmızının, kara lekesi…
(…)
9-5-2018
Bir Ağacım…
Bir ağacım ben,
Bakışları hür
Düşünceleri sonsuz ufka uzanan…
Kökleri evreni saran.
Bir ağacım ben,
yeşil… siyah… kahverengi… tüm renkleri ile maviliğe uzanan…
Yapraklarım huzur
Bedenim umut
Dallarım güven.
Düşünceleri düş olup evreni aşan…
Bir ağacım ben…
Varoluşun Sancısı
ruhum çözülüyor
Varoluşun hissiyatı ile,
fısıltıları duyuyor hissediyorum.
bir damla su,
bir yudum nefes…
evren karanlık bir kafes…
yaşam evrenin koynunda,
düşünceler ile aydınlanan bir nefes…
rüzgarın uğultusu müziğin ahengi ile değiyor kulaklarıma,
kayboluyor ruhum.
göğe yükselen düşüncelerim
dans etmenin fevkinde…
Ağaçları düşünüyorum,
toprağı saran gökyüzünü arzulayan ağaçları…
sonra bir kuşun kanadı çarpıyor, kalbime…
engin gökyüzünde çırpınan kanatları…
içim acıyor, özgürlüğün anlamını arıyorum,
evrenin kıvrımlarında…
Sonra,
karıncanın toprağa dokunan düşleri düşüyor aklıma,
balığın, okyanusun derin maviliği ile dansı…
papatyanın… her bir çiçeğin…
Kelebeğin… her günün doğumuna umutla dokunuşu…
fevkalade diye fısıldıyor biri,
fevkalade…kanatlarının desen kıvrımları…
fevkalade…
hissediyor, gülümsüyor… fısıldıyorum.
doğanın rengarenk yansımalarının uzuvları…
Güneşin zamanı hiç terk etmeyen selamı,
Ay’ın gecenin içinde umudu yansıtan ışığı…
Her biri…
maviliğin uzuvlarında fevkalade kırık bir düş…
buruk bir his çöküyor içime…
Ya insanoğlu diye fısıldıyor,
Kanım çekiliyor,
Buruk fikirlerim sesimden dökülüyor,
Kanın kin ve nefret ile örülmüş bedeni…
Ah… bir de insan olabileni var,
Mavi bir aşk gibi…
Öfke, kin, nefretten arınan nefsi, her an evrenin aşkını diliyor…
Susuyor sözcüklerim,
Fısıltısını hissediyorum,
Bir damla su…
bir damla nefes…
yaşam… doğum…
insan, hayvan…
her bir canlı bedeni…
aynı düzlemin uzuvlarında…
varoluşun izleri…
kapatıyorum gözlerimi, rüzgar alıyor ruhumu
hissediyorum her birini…
fısıldıyorum…
her canlı dünyanın,
dünya evrenin,
evren karanlığın,
Hepsi aynı… aynı boşluğun…
varoluş sancısı…
dünyanın her bir kıvrımı,
evrenin sonsuz boşlukları…
karanlığın uzuvlarında bir ışık yansıması…
oysa bağımsız değil hiçbiri…
ve özgürlüğü sunmuyor hiçbir kanat kıvrımı…
Her bir nefes… her bir nokta…
karanlığın sonsuz çizgisinde…
iç içe bir varoluşun gölgesi…
gölge aydınlığın,
varoluş gölgenin sancısı…
ölümle dokunur… yaşamla öpüşür… karanlığın aydınlığı…
her biri aynı sancının, gölgenin… düş kıvrımları…
karanlığın sonsuz çizgisinde…
bir varoluş sancısı…
sonsuzluğa uzanan fikirlerim…
hislerim,
çarpıyor her an ışık parçacıklarına…
düşmek…
tuzla buz…
bir damla su…
bir damla nefes…
özgürlüğün kayıp bedeninde,
karanlığın sonsuz çizgisinde…
yapayalnız bir varoluşun sancısı…
susuyorum.
Hissediyorum tutkulu fısıltıları…
düşünceler ruhunun, evrene uzanan,
aydınlık dokunuşları…
hiçliğin ortasında,
karanlığın derinliğinde…
kayboluyor fısıltılar,
gözlerimi kapatıyor,
sadece
düşüncelerimle, hissetmenin uzuvlarını diliyorum.
20 Ekim 2019- /30 Ekim
Kanmak…
Buram buram
kan kokuyor.
Toprağın her bir karışı…
Nasıl bir kanmak
bu!..
Doya doya yalanlara…
Duyar gibiyim yalanın,
kahkaha seslerini…
Gördüğüm,
her çıplak ayaklı, aç çocuk bakışlarında…
Bir şey var,
içimde…
Sahtelikleri… yalanları…
düşündükçe…
Yırtık elbise içinde gözleri parlayan,
umutla bakan, çocuk yüzlerini her gördüğümde…
Hadi! Kalk…
Diren!..
İçindeki çocuk gülüşlerinle…
5.04.2017
Bir dalga titreşimi düşüncelerim, hislerim…
Bir dalga ritmi bedenim,
Uçuyor uçuyor her an kelebeklerin saflığında…
Kuş sesleri, melek kanatları
Her kıvrımı ile uzuvlarımda,
İçimdeki boşluklar, molekülerimin evren yansıması…
Titreşim etkisi hislerim,
İyiliği arzuluyor dört bir yana,
Sen kötülüğü çağıran titreşim etkisine kanma…
Oysa bir aydınlık etkisi karanlık…
Görebildiğin kadarıyla…
Hissiyatın sonsuz döngüsünde,
Her biri…
İçinde atan düşüncelerinle beyninde, kalbinde dans etmekte…
Bir adım ötesi, yüzyıl öncesi…
Evrenin boşlukları, renklerin yansıması…
Her biri sen, sen bilinmezliğin dünyasında
gerçek, düş…
her biri evrenin büyülü gizeminde, seninle…
Kainat Gözlerimde
Gözlerimi kapatıyorum, gözlerim kainat oluveriyor.
İçinde de sen…
Renk renk çiçekler açıyor, sonsuz karanlık uzuvlarında…
Artık ne karanlık var ne de aydınlık…
Uçmanın heyecanı sarıyor, ruhumuzu…
Tutkuyla dans ediyor ruhumuz,
evrenin ahenkli ritmiyle…
Yıldızlar seyre dalıyor,
parlak görkemli ışığımızı…
Gizemli bir dokunuş değiyor,
bütünleşen düşsel bir yolculuğun yansımaları savruluyor dört bir yana…
Uçmak,
tüm çıplak gerçekliğinden öte biz oluyor…
sen…ben…
her an… kainatın sonsuz kıvrımlarında…
Gizemli bir rüya…
İnsan gün ortasında sığınır karanlığa…
İçinde bir yerlerde bilir hep… karanlık aydınlığın yansıması…
Zaman denen şey, 365 gün altı saat kandırmacası…
Mevsimlere sor…
Yazın sıcağına…
baharın rengarenk çiçeklerine…
ve döngünün başlangıcı… bitişi… rolündeki kışa…
kar, tüm şeffaflığı ile örterken yeryüzünü beyazlığıyla…
saflığı hangi düzlemde saf diye…
gerçek…
rüya…
zaman…
insanoğlu…
iyi, kötü… İyilik ve kötülük…
inanç, inanmak…
evren…
…uzay boşluğunun karanlığında bükülen aydınlığın yansıması…
ya karanlığın yayıldığı boşluk, sonsuz düzlem?..
ışık hızında, bir günün belki bir ömrün yansıması…
karanlığın sonsuz teslimiyeti ise, sıcak bir yıldız zümresi gizeme…
şimdi düşün!..
Gerçek denilen budala, evrenin hangi zaman kıvrımında saklanmakta?..
Sonsuz düzlemde bükülen rüyalarında…
Hızla Dönüyordu Dünya ve İnsan
Hızla dönüyordu dünya
ve her şey…
tüm düşler karışıyordu, bilinmezliğin yansımalarına…
Kimi zaman fizik kurallarına karşı geliyordu dünya ve insan…
Zamanı yavaşlatıyor, onu hiçe sayıyordu, hisler ve düşünceler.
Düşünceler biraz uykulu, biraz ayık…
Oysa her dem hayaller…
Hızla dönüyordu dünya ve düşünceler.
Hisler ve duygular karmakarışık…
ve boğuluyordu kimi zaman, boşlukların yansımasında…
Sıkışıp kalmıştı bedeninde ve evrenin uzuvlarında…
Hızla dönüyordu dünya, kimi zaman nereye gittiğini ya da çekildiğini bilmeden.
Bir meydan okuma… Bir kaçış…
Belki umudun düş yansımalarını arıyordu her bir kıvrımında…
Evren, Dünya ve insan…
Her biri kendi düşünde bir meydan okuma ve bir kaçış…
Zamana zamansız dokunuşları ve yansıması ile meydan okuyordu evren.
Ve ona karşı geliyordu ölümü hiçe sayan insan.
ve umudun tohumlarını ekiyor, yaşamı yeşertiyordu her an…
Oysa kimileri için ölüm bir son, kimilerine sonsuzluğun gölgesi…
Her an dönüyordu, bir akışın içinde dünya ve onun içinde insan…
Akıyor, kayboluyor ve karışıyordu zaman…
Öncesi sonrası, sonsuz ritimlerin dansı gibi yansıyordu yaşama…
Oysa o hiç hissetmiyordu.
Baş döndürücü bir etki ile dönüyordu dünya ve insan…
ve evrene, meydan okuyordu tüm çekilmeleri ve itmeleri ile
Gemi içinde başka bir gemide var oluyordu her an…
Dönüyor dönüyor ve hızla dönüyordu dünya ve insan…
Evrenin kıvrımlarında bilmediği bir bekleyişe adadığı yaşamının orta yerinde…
Evrenle düşlere dalıyor, dünya ile dans ediyordu.
Sarıp sarmalarken dünya, onu…
Bir mutluluk kırıntısı peşinde, kayboluyordu bekleyişlerinde…
Ve çıldıracak gibi oluyordu kimi zaman…
Gözlerini kapatıyor ve dans ediyordu bilinmeyenle defalarca…
Zamandan mekandan öte bir yerde buluyordu kendini…
Evrene karışan yansımasının uzuvlarında… Ona çekiliyor ona karışıyordu defalarca…
Sonra dayanamıyordu gözleri ve açıyordu.
Dünya izleri, tüm çıplak gerçekliği ile karşısında beliriyor ve yeniden bilinmez bir sancı başlıyordu.
ve nereye baktığı belli olmayan bakışları, ruhunun onu bulmasını istemesindendi.
Bir ritim dalgası bedeni ve ruhu…
Onu, bilinmeyeni arıyordu her an…
Konumu ve eylemleri tutmuyordu birbirini, hislerinin bazen.
Düşün. Delirmemek elde değil…
Oysa zamandan mekandan öte bir düş kıvrımın uzuvlarında geziniyordu ruhları…
Hızla dönüyordu dünya
ve insan adım adım işliyordu yaşamını her şeye rağmen…
Meydan okuyordu beklemelere…
Evrenle çay içiyordu şehrin ışıklarında…
Dertleşiyordu kimi zaman karşılıklı…
İnsan çay içiyordu ve düşler deliriyordu.
Hızla dönüyordu dünya ve insan, evrene karşı…
Çıldırıyordu kimi zaman…
Bulamıyordu gecesini gündüzünü ve kendini…
Kapatıyordu gözlerini yeniden, bulmak için kendini ve ruhunu…
Karanlığı görüyor hissediyordu, sonra küçük bir bilye oluyordu dünya
ve rengarenk canlanıyordu gözlerinde…
İçinde de bir ışık yansıması ruhu…
Dans ediyorlardı sonsuzluğun ahenkli ritimlerinde…
Özgürlüğün haykırışı gibi…
Sonra ince bir sızı içinde kıvranıyor ve dönüyordu yeniden, dünya ve insan…
Tüm kayıp izleri ile…
ve kendi kendine…
Şüphe!
Ağrıyor hücrelerimin her bir dokusu
Karıncanın küçük bir su birikintisinde çırpınışı
Gün batımın papatya düşleri
Her biri kıvranıyor, içimde düşlerimde…
Gözlerin… Gözlerime değdiği her an
Boğuluyor düşlerim..
Düşmek, uçmak…
Hepsi aynı…
Evrenin uzuvlarında kıvranan dünya,
Gözlerinin gözlerimde yansıması gibi…
Şüphe adım adım…
Düşüncelerim uçmanın heyecanında,
Düşlerimle şüphe can çekişiyor düşüncelerin kıvrımlarında…
Düşlerim şüphenin koynunda…
Kara bir entari giyiyor
Şüphe!..
Düşlerimin intihar girişimi!
Son bulur sandığım şüphe, ölümle!
Ölüm… Gölge her biri…
Kayıp bir şüphe…
Gölge
Süzülüyorum bir ışık kıvrımında, pazarlık halinde yaşayanların varlığına…
Duyguların dahi pazarlığı yapıldığı her an…
Biraz, biraz daha hissizliğe kapılıyorum.
Kayboluyorum bedenlerde…
Bazen ışık dahi aydınlatamıyor uzuvlarımı,
ele geçiremiyor varlığımı…
Bazen göremiyor, hissedemiyorum hiçbir şeyi…
Kim bilir? Belki de…
Bir düşünceden ibaretim.
Bilmiyorum…
anlamadığım bir hissiyatın,
Boşluklarında kayboluyorum.
Bir gün bir düşün aydınlığına yeniden dokunmak için
Çekiliyorum karanlığıma…
ya da karanlık, aydınlık ne?
Hiç bilmiyorum.
Benim varlığım mı ışığın varlığında yansıyan?..
Yoksa onların karanlıkları mı varlığımı karanlık yapan?..
Oysa herkes kendinde aydınlık… tıpkı uzuvlarım gibi…
Adalet
Ne sevginin adaleti ne de hüznün…
ve mutluluğun…
Yok hiçbirinin yansıması
Belki sadece…
Aynanın ötesinde, bir yerlerde…
Ne kuşlar gökyüzünde gezinirken adaletli, bir diğerine…
Ne de yer yüzünde toprağa basan ayaklar…
Hiç hiçbiri çağırmıyor adaleti, bir diğerinde…
tam adı ile…
hep eksik… yarım…
gündelik koşuşturmalar içinde…
Bir çiçeğin büyümesi mevsiminde…
bir çocuğun gülümsemesi çocukluk çağında…
doğanın nefes alması, zihnimde…
her biri düşüncelerim kadar özgür ve adaletli…
adalet hangi anlamı ile dokunuyor yaşamlara
ya da neden sığamıyor kalp atışlarına…
Vicdanın tin sesi uğuldarken, dört bir yanda…
Duyulmuyor, hissedilmiyor…
toprağa sadece güç hırsıyla basmak için dokunan ayaklarda…
oysa her biri sahip aklın sonsuz dokunuşlarına…
işte yanlış bilenen gerçekler haykırıyor tam burada…
ne akıl ne adalet… ne de vicdan…
olmuyor dokunmuyor…
berrak bir su ışıltısı, saf iyiliği hisseden bilinç olmadıkça…
bir diğerine dokunduğu her an zifiri bir düş…
Tıpkı bir ışık yansımasında yeryüzüne düşen karanlık kıvrımlarım gibi…
Boşluk, Her An Karanlığın Sahnesinde…
uzay boşluğuna gitmek isteyen insanoğlu,
evinden uzaklara …çok uzaklara gittiğinde, kendini bulacağını düşünen birinin yansıması gibi…
oysa içinde, nefes aldığı ya da alamadığı her an…
uzayın boşluklarında…
karanlığın ortasında bir sahnede dans ediyor bedeni…
düşünceleri, hissetmenin uzuvları ile ışığı…yolu bulmasını istiyor…
yola düşmek ya da yola ulaşmak… oysa içinde olmak…
bir kıvrım, aynı kıvrımın dönüş sapakları…
sarhoş olan birinin… dünyanın döndüğünü,
gördüğü bedenlerin yansımalarını fark etmesi…
bir yanılsamanın düşü mü?..
Ya da yaşamın…uzayın…evrenin bizlere sunduğu bir yansıma mı?..
…
Yürüdüğün, adım attığın… durduğun… oturduğun her an…
Uzayın karanlık kıvrımları…
içinde… etrafında nefes almakta…
Sen onun içinde… o senin içinde, bir düşü sayıklamakta…
Hisset, rüzgarın sesini…
uzayın kıvrımlarında yankılanan müziğin ritmini…
Düşün, hisset…dokun düşüncelerine, bir adım uzağında değil içinde…
Gittiğin her yerde seninle…
Dünya, evrenin karanlık kıvrımlarında, sarhoşluğun tadını çıkarmakta…
Sen…ben… sarhoşluğu hissedebilmenin uykusunda…
Ciddiyet…
Masanın arkasında, önünde…
Suratlarda aşikar bir ciddiyet…
bu diyarın ötesindeki bir hissiyatın fısıltısı…
gülmenin oynaşmaları eşliğinde ciddiyeti tanımlamakta…
…
Masa arkasına saklanan benlikler…
Ciddi duruşun eşliğinde,
Nasıl da önemli hisseder, her biri kendini…
Kimi büyük gösterişli koltuklarda,
kimi sırtını yasladığı koltuğu hiç bırakmayacak heybetli bir duruş içinde…
Kimileri sade bir sandalyenin ucuna dokunan, tedirgin bir oturuş eşliğinde…
Masalar, sandalyeler…
her biri… statü zincirine dolanan, bir işleyişi haykırmakta…
Ne çok sever insanoğlu statüyü… konumun ona sağladığı gösterişli yaşamı…
Yol ayrımında, sokağın solunda sağında…
her biri tanınmanın hayalinde…
Koşuşturan ayaklar… çoğu zaman düşünmenin ne olduğunu unutmakta…
Sevginin ne olduğunu bilmeyen gönüller, kalp atışlarını saat tik takları ile karıştırmakta…
Her biri… gözlerini diktiği ekranda, ne aradığını bilmemekte…
Birkaç kelime, birkaç rakam…
Doldurulan boşluklar, sayfalar… imzalanan senetler… sonu gelmeyen bütçeler… faturalar…
Planlanan hedefler…
Her biri ciddi bir duruş eşliğinde var olduğunu sanmakta…
Tüm saçmalığın ortasında koşuştururken, sadece kuklalar gibi oynatıldığında gülmekte…
Ciddi… ciddiyet… yaşamın hangi anı daha ciddi…
ya da hangi anlamı… ciddi bir dokunuşu yansıtmakta…
Yaşam ciddi bir mesele mi?
Yoksa ciddi olan, ölüme giden beklemenin zincirinde yol almak mı?
Ölmek mi? Yaşamak mı? Doğmak mı?
Hangisi daha ciddi bir mesele?
Ciddi Ciddiyet… hiçliği soğuk bir ifade ile tanımlamakta…
Oysa …
dünya meseleleri içinde kaybolan her yüz,
hissetmenin güzelliğine dokunamayan her beden…
uzay boşluğunda beyhude beyhude dolaşan… kayıp… bir gök taşından farksız…
ciddi bakışlar nasıl da anlamsız gelir o an…
gözlerim gözlerinde bir his arar…
oysa…
karanlığın içinde bir ışık hüzmesi
olmaz her defa…
Kırgın
Kırılgan bir düş saklanıyor içimde,
Kimi an paramparça bir hissin girdabında…
Ay, güneş ve evren…
Gölge olup sarmış her bir yanımı…
Ay güneşe, güneş Ay’a kırgın kimi an
ve kırgın kimi an her ikisi de evrene ve evren her birine…
sakınıyorlar ışıklarını birbirlerinden kimi an bu nedenle…
hisler kırgın, sonsuzluğun kıvrımlarında savrulan anlara…
ve sersemleyen düşler, yorgun…
bu sebeple vazgeçiyor kimi an, kırgınlığın hissinde…
anlamıyor ah! Anlamıyor kimse kimi an birbirini ve kırgınlıklarını…
anlaşılmamanın sancısı delici bir alet olup saplanıyor, en çok anlaşıldığı yerde kimi an…
ve insan kırgın,
kimi an anlaşılmadığını anladığında ve sonsuzluğun yansıması, sevginin hissini…
nefes almayı güzelleştiren aşkı…
hep, daima aynı his ve tutkuyla yaşayamadığında…
Sonsuz Dokunuşların ve Sen
Sonsuz bir düşünce gibi nefes alıyor içimde…
Bilinmez dokunuşların
ve sen…
Kapılmak istiyorum, ritmine sonsuz bir an gibi…
ve sen başlıyorsun,
duruyor zaman.
Nefes alıyor, anlam buluyor tüm boşluklarım.
Sen tüm arayışlarım ve
Bilinmezliğim…
Uçmak her an senle ben…
Dans ederken ruhlarımız sonsuz ışık yansıması ile…
hiç bitmesin istiyorum.
Sonra kayboluyor ve
dünyanın karanlığından uzak bir yerlerde…
Nefes alıyoruz seninle…
aydınlansın istiyoruz ışığımızla tüm karanlıklar…
Sen tüm arayışlarım
ve bilinmezliğim…
Seni seviyorum.
Seni seviyorum ne olur gitme…
Dokun ruhunun her kıvrımı ile…
Sarıl düşüncelerinle
ve hisset tüm benliğinle…
Sensizlik anlamsız bir karanlık…
Sen tüm arayışlarımın sonu, boşluklarımın anlam yansıması…
Sen evrenin ötesinde ve sonsuz uzamında…
esen büyülü bir dokunuşsun bana…
biliyor ve hissediyorum.
Kapılırken ruhum sana, kayıp benliğimin parçası olduğunu
hissediyor ve sana karışıyorum…
ve karışmak sana defalarca…
Ne olur sarıl bana…
Zaman
Zamanla konuştum bugün…
Dem vurdum,
Akıl almaz alımından çalımından
Sarhoş eden baş döndürücü hızından
Yavaşladı o an…
Rengarenk kıvrımlarına dolandım, kendimi aradım.
Hangi an… hangi anın dünü, bugünü bulamadım.
Durdu…sustu…
Arayışlar karanlığın içine gömülü…
Derin bir sessizlik…
Sordu hangi an? Şu anın , öncesi sonrası…
Sen hangi zamanın yalancısı, ben hangi anın dünüyüm?
…
Hızla döndü, baktı haykırdı
Her nefes kendi anında, geleceğin
Gelecek dünün, bugünün…
Zaman, evrenin…
Evren, kıvrımlarında gezinen her bir noktanın…
Ve bir fısıltı…
zaman, evren… her nefes için farklı işleyiş tik taklarında saklı…
Aralık Kalan…
Önce doğa ile iç içe içselleşmeni istiyorlar,
Fantastik bir düşün yansımasında…
Yıldızlara yakın, ay ile yıldızların dans ettiği her gece…
Ve onların ritimleriyle dans ettiğin her gece…
Saflığı hissetmeni diliyorlar, öyle derin içten…
İşliyorlar hücrelerine, atıyor her bir kıvrımında…
Sonra yavaş yavaş söküp alıyorlar, almak istiyorlar, tüm saflığı…
Fantastik düşlerini, düşüncelerini…
Çalıyorlar, bir dalga dokunuşunda…
Söküp alıyorlar, senden, teknoloji yığını kodlara dönüştürdükleri, madde algıları ile…
Teknolojik bir dayatmanın içinde olduğunu ya da ötesine dokunmayı arzularken her an…
Engel olduklarını hissediyorsun belki de o an…
Derin, uçsuz bucaksız bir his sarıyor…
Uzuvlarını… fırtına başlıyor…
Dalgaların frekanslarının sarstığı dört bir yanını…
Her yanını…
Titreşen kimliğin, düşüncelerin ve sesin…
Boğuluyorsun, bir his… bir düşünce…
Dokunsun ve tutsun elinden istiyorsun…
Yeniden… yeniden hissedebilmek için…
Evrenin kalp atışlarındaki ritimleri ve ritimlerindeki yansımadaki hissettiğin güzelliği…
Fantastik… öyle bir düş ki…
İnsandan öte… evrenin derinliğinde saklanan ve dokunuşları ile asıl hakikatin, güzelliklerin sunabilen…
Zincirlerinden sıyrılmak istiyorsun,
Teknoloji dayatması ile sardıkları, zincirler…
Tabii bıraktıkları an ve anladığın an…
Açık… dökülemiyor sözcükler kimi an…
Dilinin ucundan ve dudaklarından…
Güzellikler düşünmeli, güzellikleri haykırmalısın oysa biliyorsun…
Hissediyorsun, güzellikleri yansıtabilen gücün
Sadece güzellikleri hissedebilenlerin olduğunu…
Ve evrenin gücüne güç katan, ışığın…
O hislerin yansımasına sahip olanlar olduğunu…
O an yitiriyorsun, defalarca yitirdiğin ve bulduğun hakikati…
Olsun… diyorsun…
İçinde, her uçuruma denk geldiğinde, hissettiğin, sevgi…
Asıl tomurcuklarını…
O an, uzuvların senden bağımsız
Uçuşuyor hissediyorsun, duyumsadıkları ritimlerle ve dans etmenin hazzını yudumluyorsun…
Geçiyor her biri…
Belki unutuyorsun, oysa yeniden hatırlatmak için beklediklerini biliyorsun…
Soruyorsun,
Soluk alman için, verilen tek bir an tek bir anlık nefes…
Kaç asır…
Ve haykırıyorsun içinden…
Biliyorum öyle derin…
Öyle derin ki bilinmezliğin hakikati ve elleri…
Sımsıcak sarıyor, ruhunu…
Çok öncesinden, evrenin içinden ve ötesinden…
Sardığını…
Gökyüzü, Bulutlar ve Sen…
Her defasında dilim tutuluyor,
Gözlerimin gözlerine değdiği her an…
Bir çocuk şenliği başlıyor,
Koşuşturmak istiyorum, dört bir yana…
Hele gözlerinin içi güldüğü… mutluluğu hisseden gözlerini gördüğümde…
Aydınlanıyor, bir sevinç kaplıyor yüreğimi…
Zihnimde bir parıltı…
Coşuyor, coşuyor varmak istiyor ruhuna…
Maviliğin ortasında, beyaz apaydınlık… bulut sisinde, berrak…
Öyle içten gülüşün…
Ruhunun aydınlığını hissediyorum…
Sonsuz mutluluğu hissetmeni dilediğim her an gibi…
Çocuk sevincim benim…
Gri…
Kimi an duraksıyor
Ritimler,
Gökyüzünden uzanan yeryüzüne gri…
Dokunan denizin dalgalarına tutunan balıklara,
Dalga ritimleriyle dans eden hisler,
Kum taneleri…
Kum tanelerini uçuşturan rüzgar,
Taşın sekmesi suyun ritimlerinde,
Titreşimlerinde kaybolan insan…
Gri…
Bulutlar gri, gri bulutlar ısrarcı kimi an,
Renklerini savurmak için dört bir yana…
Ve hisler, düşüncelerin girdabında
Durgun kimi an…
Ya da düşünceler durgun olduğundan hisler hissiz kimi an…
Oysa bir mutluluk kırıntısı uçuşuyor her anın uçuşan titrek yapraklarında…
Kuşlar savaşıyor payını alabilmek için,
Mutluluk durgunluğun hissini sığınak yapıyor kimi an…
Zihnimin kalp atışlarında titreyen ses, uğuldayan dalgalar…
Sakinliğe erdiğinde,
Heyecanla paylaşabilmenin düşünde anları…
Mutluluğun hissinde… sevginin dokunuşlarında…
Paylaşabilmenin çabasında olduğunda… anları…
Anlara dokunuşlar katan ışığını bulduğunda,
Anlamlı…
Sakin dokunuşlar, düşünmenin güzelliğini heyecanla sunduğunda…
Durgun sular… anlar…
Hadi anlat… kıvrımlarında sayıklayan en hakiki hislerin ritimlerini…
Kuşlar neler fısıldıyor, yükselen dalgalarına…
Sonsuz ufkunda kaybolan bakışlar,
Derinliğinde boğulan düşler…
Korkuyor mu düşler?..
Sönmüş uzuvlarında atan ateş…
Dokunduğunda kıvılcımla…
Sayıklayan düşler… neler fısıldıyor…
Yaşamın güzelliğinden dem vuran düşler, kaybolduğunda başka düşlerde…
Boğulduğunda kimi an…
İnatla yaşama tutunmanın sancısını, hüznünü
Ve sarılmanın hissiyatını sayıklıyor mu?..
Sarılmak, sarılabilmek…
İç içe olabilmek aşkın uzuvlarında…
Bir bütün olmak… sonsuzluğun dokunuşlarında…
Savaşan, haykıran, sabreden, çaresizce bekleyen…
Her bir nefesin sayıkladığı düş aynı değil mi?..
Bilmem Kaç Asır…
Bilmem kaç asır,
aşık…
Gözlerim gözlerine
ve ruhum, ruhunun ritimleriyle dans etmekte…
Bilmem kaç bin yüzyıl önce ya da sonra…
Tüm kesişmelerin kıvrımlarında yolum sana,
tabiat kokan derinliğine vardı…
Hangi an aşkı hissetti ruhum,
Ruhunda…
Hangi an hissetti büyülü dokunuşlarını…
Bilmem…
Hiç bilmem…
Ben ki…
Hep aşıktım tabiat kokan derinliğine…
Yani sana…
Bilmem kaç bin asır, aradım durdum.
Bilmem kaç bin asır önce ya da sonra…
Buluştu gözlerim gözlerinle ilk defa…
Hiç bilmem…
Bildiğim…
Ben hep sendim…
Evrenin hissiyatında, tüm kayıplığımla iç içe…
Bir tek seni hissedebildim zihnimin kalp atışlarında…
Seni, sadece seni özledim iliklerime kadar, başka yüzlerde…
Anladım…
Tüm iklimlerde ve zamanın zamansızlığında…
Bir tek seni aradım durdum ve bilmem kaç bin asır hasretim gözlerine…
29 Mayıs 2021