İşlevselciler toplumlar ve toplumsal kurumları, bütün parçaları birbirine bağımlı olan ve denge sağlayacak bir biçimde işleyen sistemler olarak görürken, çatışma teorisinde toplum grupların güç mücadelesi verdikleri bir arena, yani -rekabet halindeki gruplar ya da çıkarlar sistemi- olarak görülür.
İşlevselciler kurumları toplumsal bütünleşmeyi artırmanın bir aracı olarak görürken, çatışma teorisyenleri bazı grupların diğerleri aleyhine fayda sağladıkları belirli bir düzeni tanımlama ve desteklemenin bir yolu olarak düşünürler.
- Toplumsal düzen, işlevselcilere göre, genelde normlar, değerler ve ortak bir ahlak temelinde sağlanırken çatışma teorisine göre düzen, hangi türde olursa olsun, üst konumlardaki üyelerin diğer bazı üyeler üzerinde kurdukları baskıdan kaynaklanır.
- Düzenin devamında, işlevselciler paylaşılan toplumsal değerlerin yarattığı iç bütünlüğe vurguda bulunurken çatışma teorisi gücü vurgular.
- İşlevselcilere göre toplumdaki her unsur istikrara katkıda bulunurken çatışma teorisine göre genel toplumsal unsurların, çoğu çözülme ve çatışmaya katkıda bulunur.
- İşlevselciler toplumdaki her unsurun statik ya da en azından hareketli bir denge halinde olduğunu vurgularken çatışma teorisine toplumların sürekli değişme haline oldukları kabul edilir.
Çatışma teorisi üç temel ve birbirleriyle ilişkili kabul üzerine kurulur.
- İnsanların bazı temel -çıkarları, istedikleri ve elde etmeye çalıştıkları şeyler vardır.
- Güç, toplumsal ilişkilerin özünü oluşturur, sadece kıt ve eşitsiz olarak dağılmış, belirli çıkar gruplarının tekelinde yoğunlaşmış bir şey ve bu yüzden sadece bir çatışma kaynağı değil, özünde zorlayıcı-baskıcı bir şeydir.
- Değerler, düşünceler, bir toplumun kimliği ve hedeflerini tanımlayan bir araçtan ziyade, farklı grupların amaçlarına ulaşmak için kullandıkları silahlardır.
Çatışma Teorisi Nedir?
Çatışma teorileri kurucuları:
Çatışma teorisinin kurucularından Ralf Dahrendorf (1929-2009) topumun konsensüs (uzlaşı) ve çatışma olmak üzere iki yüzü olduğunu vurgular. İşlevselciliğin toplumun bir yanıyla yani toplumun sürekliliğine katkıda bulunan ve onu dengede tutan yapılar ve süreçlerle meşgul olduğu için, toplumun eksik bir resmini sunduğunu belirtir. Ona göre, bu resmin tam olabilmesi için işlevselci ve çatışmacı toplum modellerine gerek vardır. Dolasıyla sosyolojinin yani çatışma ve uzlaşı teorileri olarak iki kısma ayrılması gerektiğini öne sürer.
Konsensüs teorisyenleri toplumda, değer bütünleşmesini, çatışmalarınsa, çıkar çatışmalarını ve toplumu bir arada tutan baskıyı incelemeleri gerektiğini belirtir. Ona göre, birbirlerini karşılıklı gerektiren çatışma ve konsensüs olmadan toplumlar da var olamaz.
İşlevselciler sosyal sistemi, bir arada tutan şeyin gönüllü-iradi iş birliği, çatışmacılardan baskı olduğunu öne sürerler. Bu da toplumdaki bazı konumların diğerlerinden daha güçlü olması ve böylece farklılık yaratıcı otorite dağılımın her zaman sistematik toplumsal çatışmaların belirleyici faktörü haline gelmesi anlamına gelir.
- Güç sahibi gruplar çıkarlarını sürdürebilirken güçten yoksun konumdakiler, bunu başaramadıkları için, toplumdaki bu iki grubun çıkarları zorunlu olarak farklıdır. Bu yüzden, güce dayalı bu ilişkinin yarattığı denge, güçlülerin konumlarının çok sabit olduğu toplumlarda bile, çıkar farklılıklarının yarattığı -çatışma ya da çatışma potansiyeli- nedeniyle er ya da geç bozulma eğilimindedir. Dolasıyla, hem çatışma insan tarihinin yaratıcı gücüdür hem de toplumdaki ya da konum içindeki güç dağılımı toplumsal yapının temel belirleyicisidir.
Ayrıca, güç kullanma baskı ve zorlamayı, dolasıyla yaptırımlara başvurmayı gerektirir. Ancak insanlar boyun eğmekten hoşlanmadıkları için çıkar çatışmaları kaçınılmazdır. Dolasıyla, genel toplumsal normlar güçlüler tarafından oluşturulduğu ve sürdürüldüğü için, onların özü en iyi şekilde güçlünün çıkarlarına göre açıklanabilir ve neticede yerleşik normlar yönetici normlardan başka bir şey değildir. Bu yüzden -toplumsal düzeni- otorite ilişkileri yaratan süreçler ayakta tutar. Güç ve otorite hem alt grupların güç ilişkileri içinde üzerinde rekabet ve mücadele ettikleri kaynakları hem de böylece değişmenin ve çatışmanın kurumsallaşmış temel kaynaklarını oluşturur.
Lewis Coser: Toplum Anlayışı
Sosyal sistemlerin -toplumun- devamlılığında çatışmanın olumlu işlevlerini vurgulayan Lewis Coser (1913-2003) bu görüşlerinde sosyolojinin kurucularından, Simmel’in düşüncelerinden oldukça etkilenmiştir. Coser’ın toplum imgesine göre;
- Toplumsal dünya ilişkili farklı parçalardan oluşan bir sistem olarak görülebilir,
- Her sosyal sistem farklı ilişkili parçalar arasında dengesizlik, gerilimler ve çıkar çatışmaları sergiler,
- Sistemi meydana getiren parçaların kendi içlerindeki ve aralarındaki süreçler, farklı koşullarda sistemin bütünlüğü ve adaptasyonunu sağlayacak, değiştirecek, artıracak ya da azaltacak biçimlerde işler.
- Şiddet, fikir ayrılıkları, sapma ve çatışma gibi genellikle sistem için yıkıcı olduğu düşünülen çoğu süreç, belirli koşullar altında sistemin bütünleşme temeli kadar çevreye adaptasyonunu da güçlendirici bir temeli olarak görülebilir.
Coser, toplumsal düzenin bir ölçüde, mevcut düzenlemeler üzerinde konsensüsle sürdürüldüğünü ve çatışmanın yarattığı -düzensizliğin- bu konsensüs zayıfladığında ya da düzenin meşruluğu azaldığında ortaya çıktığını öne sürer. Coser’a göre, çatışma toplumsal yapının oluşumu, bütünlüğü ve devam açısından araçsal bir süreç görevi yüklenebilir. Diğer taraftan çatışma, mevcut normları güçlendirmenin yanı sıra, hem mevcut normların daha belirgin hale gelmesini sağlar hem de yeni koşullara uygun normların oluşuma katkıda bulunabilir.
Çıkar grupları: Belirli ortak çıkarları ve görüşlerini gerçekleştirmek için bir araya gelen ve kimi zaman örgütlenmiş ve örgütlü mücadele veren insan toplulukları.
George Herbert Mead: Sembolik etkileşimcilik
Sembolik etkileşimciliğin fikri ve bilimsel temelleri George Herbert Mead (1863-1931) tarafından atılmıştır.
Mead için toplum, zihin ve benliğin içinde oluştuğu toplumsal organizasyondan daha fazla bir şeyi ifade etmez. Benzer şekilde kurumu ortak tepkiler bütünü olarak görür. Mead’in toplum anlayışında önemli olan şey toplumun bireyden önce gelmesi ve zihinsel süreçlerin kaynağının toplum olmasıdır.
- Mead’in öğrencisi ve -sembolik etkileşimcilik- okulunun isim babası olan Herbert Blumer’e (1900-1987) göre toplum makro yapılardan oluşmaz.
- Toplumun özü aktörler ve eylem içinde bulunabilir: “İnsan toplumun eyleyen insanlardan ve toplumsal hayatın da onların eylemlerinden oluştuğu düşünülebilir.
- İnsan toplumu eylem; grup hayatı ise, -süregiden kompleks bir etkinliktir.- Ancak toplum birbirinden bağımsız bir dizi edimden oluşmaz. Birbiriyle iç içe geçmiş eylem ve etkileşim kalıpları gruplar ve toplumları meydana getirir.
Alfred Schutz: Fenomenolojik sosyoloji
Fenomenolojik sosyolojinin kurucusu Alfred Schutz (1899-1959) toplumu, üyelerin kendi yorumlama prosedürleriyle sürdürdükleri toplumsal yapı anlamında bir kaynak olarak görür. Fenomenolojik eğilimi nedeniyle kendine amaç olarak öznel yönelimlerin nesnel yapısının betimlemesini alır. Bu yaklaşımdan hareketle toplumun nesnel özelliklerinin bu evrensel öznel temele dayandığını düşünür.
Etnometodolojinin kurucusu: Harold Garfinkel
Etnometodolojinin kurucusu Harold Garfinkel (1917-2011) ise toplumsal dünyayı-toplumu, süregiden pratik bir icraat olarak görür. İnsanların rasyonel olduklarını ancak kendi hayatlarını sürdürmek için – pratik akıl yürütmelere- başvurduklarını düşünür.
- Ona göre, toplumsal gerçeklik özneler-arası bir meseledir. Yani bir toplumu meydana getiren bireyler sadece kendilerine ait, kişisel, bağımsız bir zihin dünyasına sahip değillerdir.
Aksine, perspektiflerin ayarlanmasını mümkün kılan bir ve aynı gerçeklik içinde yer alırlar. Toplumsal dünya içindekiler tarafından ortaklaşa bilinen bir olgudur.
Konsensüs teorileri: Toplumlarda genelde uyum, denge, istikrar ve bütünlük, toplumun değerleri ve kuralları konusunda bir genel fikir birliği olduğunu öne süren, uyumsuzluk, dengesizlik, istikrarsızlık ve çatışma gibi olguların geçici durumlar olduğunu varsayan sosyoloji teorileri.
Farklılık yaratıcı otorite dağılımı: Bir örgütteki otorite dağılımın farklı konumlar ve mevkilerdeki bireylere daha aşağı konumda olanlara göre farklı güç, imkanlar ve ayrıcalıklar sağlaması.
Güç dağılımı: Bir toplum ya da örgüt içinde güç ve otoritenin eşitsiz dağılımı.
Çatışmanın kurumsallaşması: Modern toplumlarda farklı sınıflar ya da toplumun farklı kesimleri arasındaki çıkar, güç ve değer çatışmalarının toplumda genel kabul gören yasalaşmış kurallar ve demokratik ilkeler çerçevesinde gerçekleşmesi.