Bilinc.tin.us Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar Toplum

Klasik Dönem Toplum Teorileri:

Klasik dönemde dört temel kurucunun toplum anlayışları ve tanımları öne çıkar. Bunlardan ilk ikisi, Marx ve Durkheim daha yapısalcı bir eğilim içinde doğrudan toplum ve yapı temelli açıklamalar yaparken diğer ikisi Weber ve Simmel ise bireysel eylem temelli açıklamalar yapar.

Karl Marx

Karl Marx (1818- 1881) toplumu ve toplumsal süreçleri açıklamaya çalışırken hareket noktası olarak gündelik etkinliklerimizi, geçimimizi sağlama, besinler yetiştirme ve mamul mallar üretme biçimlerimizi alır. Toplumu bir organizmadan daha çok -kompleks bir düzenleme- olarak gören Marx, bu yapının ekonomik temelinin diğerlerinden daha önemli olduğunu düşünür. Farklı bir ifadeyle ekonomik temelin bir ölçüde diğer parçaların varoluşlarını koşullandırdığına ve en azından orada olup bitenleri belirlediğine inanır.

  • Marx’ta insanların yaşantılarını meydana getiren görünür etkiler ve eylemleri yöneten üretici güçler olarak, temel bir toplumsal yapı fikrine rastlanır. 

ilk olarak toplumu bir sosyal yapı ya da sistem, yani bütünsel bir birlik oluşturan sınıflar, toplumsal kurumlar, kültürel değerler vb. gibi karşılıklı ilişkili parçalara sahip şeyler olarak görür. Bu sebeple araştırmacının topluma bakış açısının önemli olduğunu düşünür. Bu bakış açısı ilişkiseldir. Toplumun bir parçası içinde yer aldığı bütünle, diğer parçalarıyla ilişki içinde ele alınmalıdır.

  • Söz gelimi, tabakalaşma yapısının unsurları arasındaki bağlantıları araştırırken burjuvazi proletaryayla ilişki içinde ele alınır. Zira iki sınıf arasında asli bir ilişki vardır, biri olmadan diğeri olamaz, kısaca onlar bütünlüklü bir yapı ya da sistemin parçalarıdır.
  • Benzer şekilde, üretim ve tüketim süreci tabakalaşmayla daha genel düzeyde sınıfsal ilişkiler ekonomi, akrabalık, hastalık ve tıbbi tedavi, suç, din, eğitim ve yönetim gibi hayatın tüm alanlarıyla ilişki içinde ele alınmalıdır.

İkinci olarak, insanlar sürekli artan ihtiyaçlarını karşılarken tarihi yaptıkları için, toplumsal değişmenin tüm toplumların ayrılmaz bir parçası olduğunu söyler. Fakat bu en temel değişimin kaynağının dışarısı değil, daha çok toplumların iç dinamikleri olduğunu savunan, iç-dinamikçi ya da içsel bir toplumsal değişme teorisini benimser.

Bu değişme teorisi esasen, toplumun bütün parçalarının, karşılıklı ilişki içinde olmakla kalmayıp ayrıca karşıtlarının gelişimine yol açacak içkin -çelişkiler- barındırdığı ilkesine dayanır.

Her toplum biçimi, onu deyimiyle -üretim tarzı- kendi içinde kaçınılmaz olarak yeni bir toplum biçimine (üretim tarzına) yol açacak toplumsal ilişkileri barındırır.

Marx kendi evrimci toplum teorisinde bütün toplumların tarihin başından itibaren, doğaları, yani iç dinamikleri gereği -ilkel-komünal- köleci, feodal, kapitalist, sosyalist, evrelerden geçerek -komünist- evreye doğru ilerlediklerini varsayar. Üçüncü olarak toplumların değişiminin bu evreler temelinde öngörülebilir bir yönde ilerlediğini, zira bir çiçeğin bir tohumun doğasında içkin olarak bulunması gibi daha karmaşık bir yapının, örneğin feodalizmin doğasında içkin olarak bulunduğunu belirtir.

Tarihin yönünün ihtiyaç yaratma örüntüsünün etkisiyle daha az karmaşık olan dans daha karmaşık olana doğru olduğunu kabul eder. Dördüncü olarak kendi geliştirdiği praksis kavramı temelinde, özgürce eylemde bulunan insanların her toplumda gelişen öngörülebilir karşıtlık ve sınıf çatışması örüntüleri ışığında tarihin yönünü biçimlendirdiklerini başka ifadeyle -tarihi, ancak kendi seçmedikleri koşullarda yaptıkları”nı düşünür.

Ancak bireylerin içinde eylemlerini şekillendirdikleri toplumun farklı çıkarlar ve fırsatlara sahip sınıflar temelinde, bu karşıtlıkların kendini gösterdiği bir tabakalaşma yapısı içinde anlaşılabileceğini öne sürer.

  • Sınıf çatışması, bir tercih meselesi olmasa da eylemde bulunan tarih değil insanlar olduğundan, hangi koşullarda insanların sınıfsal çıkarlarının bilincine vardıklarını, güçlerini birleştirdiklerini ve bu devrime yol açılacağını belirlemenin önemli olduğunu vurgular.
  • Bu toplum anlayışında tarihsel ve yapısal zorunlulukların dayattığı koşullar ve bu koşulları kendi (daha ziyade ortak) çıkarları etrafında dönüştürmeye çalışan, çıkarlarının bilincinde olan ve ona göre davranan insanlar arasındaki karşılıklı etkileşim vurgulanır.

Marx: Toplumun Dört Özelliği

Marx, tüm toplumların dört temel özellik sergilediğini vurgular.

  • İlk önce, insanlar, diğer hayvanlardan farklı şekilde varlıklarını sürdürebilmek ve böylece -tarih yapmak- için çevreden yararlanarak üretim yapabilir. İnsan -hayatı başka şeylerden önce beslenme, barınak, giyim ile diğer birçok maddi şeyi gerektirir. İlgili ihtiyaçlar, çevreyi bir ölçüde toplumsal olarak düzenlemeyi mümkün kılan teknoloji sayesinde karşılanır. Bu nedenle sosyal teori, maddi ihtiyaçlarını üreterek karşılamak zorunda olan -yaşayan insan bireylerin mevcudiyetiyle- temellendirilmeli, insanların -kendi geçim araçlarını nasıl ürettiklerini- açıklamalıdır.
  • İkinci olarak Marx’a göre üretim ya da çalışma, her zaman farklı türden araçlar kullanmayı ve bu araçların daha fazla ve daha iyi tüketim malları üretmek için sürekli iyileştirilmesini gerektirdiği için yeni ihtiyaçlar yaratır. Üretim ve tüketim süreçleri her zaman birikimli olarak, yani bir ihtiyaçlar bütünü doyurulduğunda yenileri ortaya çıkacak biçimde birbirlerini besler. Bu anlamda üretim ve tüketimi birbirinden ayrı düşünmek imkansızdır.

İnsan tarihinin daha az karmaşık toplumsal yapılardan daha karmaşık olanlara doğru evrimci bir örüntü sergilediğine ve değişmenin bizzat toplumun içinden kaynakladığına inanan Marx içim, ihtiyaç yaratma süreci sadece daha iyi besin, giyim ve barınak arzusunu değil, hayatın farklı nimetlerine arzuyu da gerektirir. İnsanlar, hayatlarını sürdürebilmek için, gerekli asgari koşulların ötesindeki malları-lüks malları üretir ve tüketirken diğer türlerden farklı kendilerine has insani özellikler geliştirebilmeleri anlamında -uygarlaşırlar-.

Zira üretim faaliyeti fiziksel ihtiyaçların doyurulmasının yanı sıra insanın kendine has yaratıcılığını ifade etmesini, kapasitelerini gerçekleştirmesini mümkün kılar. Bu sebeple, diğer diğer hayvanlar sadece -doğrudan fiziksel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken -insanlar fiziksel ihtiyaçlarından kurtulduklarında bile ve sadece gerçekte bu ihtiyaçlardan kurtulmaları nedeniyle üretirler.” Fakat o çoğu insanın çalışarak kendi insani potansiyelini ifade imkanının iş bölümüne içkin sömürü ve yabancılaşmanın yarattığı güçlükler nedeniyle engellendiğini belirtir.

  • Üçüncü olarak Marx; toplumlarda üretimin iş bölümüne dayalı olduğunu, ancak iş bölümünün her zaman sömürü ve yabancılaşmayı içeren bir hiyerarşik tabakalaşma yapısını ifade ettiğini ve tüm toplumlarda bunun temelinde, toprak ya da sermayenin, kendi ifadesiyle üretim araçlarının özel mülkiyetinin yattığını öne sürer. Ona göre, üretim araçlarının özel mülkiyeti, egemen bir mülk sahipleri grubu ile onların altında yer alan farklı ölçülerde yabancılaşmış ve sömürülen diğer sınıflardan oluşan bir tabakalaşma yapısı üretir.
  • Mülksüzler, yaptıkları işi ya da emekleriyle yarattıkları ürünleri kontrol edemedikleri için sömürülür ve yabancılaşırlar. Bu bağlamda, yabancılaşma, insanların sadece hayvan benzeri ihtiyaçlarında örneğin yeme-içme-cinsel ilişki esnasında, kendilerini gerçekte özgür hissettikleri fantastik bir yıkım biçimi alır. Onlar süreci ya da sonucu kontrol edemedikleri gibi, özellikle insani görevlerinde kendilerini insan olarak hissetmezler.

Kapitalizmde -hayvan insana ve insan hayvana dönüşür.- Ona göre işbölümü, paradoksal olarak proleterlerin kendilerini köleleştiren kapitalizmi sürekli yeniden-üretmeleri anlamına gelir.

Sonuç olarak, sömürü ve yabancılaşma, farklı biçimlerde, üretim araçlarında özel mülkiyetin olduğu her toplumda ortaya çıkar, yani egemen sınıf üyelerinin yararına mallar üretmeyi sürdürebilmek için alt sınıfların daima emek güçlerini satmak zorunda kaldıkları her toplumda bir tabakalaşma yapısı bulunur.

Marx söz konusu sorunların sadece kolektif mülkiyetle çözülebileceği bir -geleceğin toplumu- anlayışına sahiptir.

  • Dördüncü olarak Marx, toplumdaki düşünceler ve değerlerin kaynağının iş bölümü, yani insanların geçimlerini sağlama, ihtiyaçlar yaratma, birlikte çalışmaya yönelik somut çabaları olduğunu öne sürer. Ancak bu düşünceler ve değerlerin genellikle statükoyu, yani mevcut eşitsiz, sömürücü ve yabancılaştırıcı durumu meşrulaştıran -egemen sınıfın ideolojileri- olduklarını öne sürer. Marx’a göre, dinsen öğretiler ve siyasal değerlerde somutlaşan ideolojiler dünyanın nasıl olması gerektiği hakkındaki görüşlerdir.

Kapitalist toplumlarda, dinsel ve siyasal inançlar bireylerin toprak ve sermaye edinme hakkına sahip olduklarını ifade ederler, bireyler üretim araçlarını ortak çıkarlardan ziyade kendileri için kullanma hakkına sahiplerdir.

  • Düşünceler, değerlerin kaynağının iş bölümü olması ona göre, hem egemen düşüncenin yapısal kaynaklarına hem de bu inançların insanları etkileme derecesine odaklanmayı gerektirir.

Emile Durkheim: Toplum Anlayışı

Marx’tan farklı bir bakış açısına, pozitivist bir yaklaşıma sahip Emile Durkheim (1858-1917), işlevselci bir toplum teorisi geliştirir.

  • Toplum, bağımsız bir parçalar sisteminden oluşan diğer organizmalar gibi işler.

Ancak ekonomi, aile yönetim vb. nedenlerden oluşan bu parçaları bir arada tutan şey, temel bir değerler sistemi, yani bir ahlaki konsensüs ya da kolektif bilince dayanan, normlar adı verilen bir toplumsal havuzdur.

Bu normlar topluma sadece genel bir çerçeve kazandırıp istikrar kaynağı oluşturmakla kalmaz, ayrıca toplumun kendi bireylerini kontrol altına alıp yönlendirmesi açısından da hayati bir öneme sahiplerdir.

  • Toplum kavramını toplumsal olgular kavramı üzerinden tanımlayan ve çoğu kez iki kavramı aynı anlamda kullanan Durkheim, sosyolojinin felsefeden bağımsız ayrı bir bilim kimliği kazanması için konusunu toplumsal olgularla sınırlandırması gerektiğini düşünür.

Toplumsal olguyu-toplumu, bireye dışsal olan ve onu kontrol altında tutan zorlayıcı güce sahip eylem, düşünme ve hissetme biçimleri olarak tanımlar. Böylesi bir tanımla davranışlar, düşünceler ve duyguları tamamen sosyolojinin alanı içine dahil eder. Durkheim’a göre, insanın istekleri sınırsız ve doyurulması imkânsız olduğundan, bir toplumsak düzen ya da uygarlık biçimi var olabilmek için -bunları kontrol altına almak zorundadır.

  • Kısacası bireyin, kendi kişisel mutluluğu için bu tutkularını kontrol altına almaya, ahlaki rehberliğe ihtiyacı vardır. Aksi takdirde soyutlanacak ve köksüz kalacaktır. Bu nedenle Durkheim’a göre, bireyin istekleri ile toplumun düzen ve kontrol ihtiyaçları arasında temel bir çatışma ya da gerilim her zaman var olacaktır.

Durheim ile Toplum Anlayışı

Durkheim, düşüncelerini Comte ve Spencer tarafından geliştirilen evrimci bir çerçeve içinde konumlandırır. Ve analizlerinde belirgin biçimde biyolojik analojiler ve kavramlar kullanır. Sağlıklı bir toplum, dayanışmanın yüksek olduğu ve hastalıklı bir toplum da anominin kargaşaya yol açtığı ve toplumsal düzenin işleyişinin bozulduğu toplumdur.

Ona göre, devlet görevlilerinin rolü doktorunkine benzer: “İyi hijyen koşulları sağlayarak hastalığın ortaya çıkmasını engellemek ya da hastalık ortaya çıktığında onu tedavi etmeye çalışmak.” Bu yüzden Durkheim’ın yaklaşımının temel bir hedefi, sosyolojik düşünceleri için de yaşadığı dönemde Fransa ve Avrupa’daki krizler ve çıkmazlara pratik olarak uygulamaktır. Özelde o dinin ve geleneksel düzenin zayıflaması karşısında ahlaki bir reform geliştirmeye çalışmıştır.

  • Durkheim, organizmacı ve evrimci yaklaşımı çerçevesinde, işbölümü kavramı temelinde bir toplumsal evrim teorisi geliştirir. Ona göre, toplumlar zamanla daha kompleks ve farklılaşmış hale geleceklerdir. Geleneksel toplumlarda topluluklar ya da gruplar içindeki ilişkiler yüz yüze ya da mekaniktir. İşbölümü çok basittir, insanların çoğunluğu genellikle aynı işi yapar.
  • Örneğin avcı ya da çiftçidir. Orak bir hayat tarzı, herkes tarafından bilinen ve uygulanan ortak adetler ve ritüeller vardır. Kolektif bilinç-vicdan güçlüdür. Toplumu bir arada tutan şey – mekanik dayanışma, yani inançlar ve duygular benzerliğine dayalı bir iç bütünlük biçimidir.

Toplumsal farklılıklar çok azdır. Bireyselliğe çok az yer vardır. Özel mülkiyet neredeyse hiç bilinmez ve bu yüzden uyum-itaat hem -doğaldır- hem de sosyalleşmeyle ve aile, din gibi temel toplumsal düzenlemeler aracılığıyla sağlanır. Sapmalar şiddetle ve kollektif olarak cezalandırılır.

Toplumlar gelişip modernleşirken sanayi ekonomileri ve karmaşık işbölümleri gelişir ve insanlar kırdan kente göç ederken sonuçta mekanik dayanışma topluma dar gelmeye başlar. Farklı meslekler, hayat tarzları ve alt-kültürlerin çoğalması ve yasallık kazanmasıyla benzerlik yerini farklılaşmaya, homojenlik yerini heterojenliğe bırakır. Kollektivizm yerine bireycilik, ortak mülkiyet yerine özel mülkiyet geçmeye başlar.

 

Yüz yüze ilişkiler ve resmi olmayan sosyal kontroller artık toplumu bir arada tutmaz; güç ve otorite aile ve kiliseden hukuk ve devlete geçer. Tıpkı doğada olduğu gibi bu farklılaşma ve karmaşıklaşma, toplumsal dayanışma için yeni bir temel -yani organik dayanışmayı- gerektirir. Modern toplumları sadece -organik dayanışma- yani toplumu oluşturan unsurların karşılıklı bağımlılığı ve işbirliğine dayalı bir iç bütünlük bir arada tutabilir.

  • Durkheim’a göre, modern toplumların temelini, karşılıklı ekonomik bağımlılığın yanı sıra, karşılıklı çıkar, hayatta kalabilmek ve başarı sağlayabilmek için karşılıklılık ve işbirliği oluşturur. Ancak o, ekonomik çıkarcılığın tek başına uygar toplumları birleştirebileceği ve istikrarlı kılabileceğini öne süren faydacı argümanlara, özellikle Herbert Spencer’in bu konudaki tezlerine karşı çıkar.

Ona göre, çıkarcılık tek başına toplumsal çatışma ve kaos üretecektir. Gelişmiş sanayi toplumlarının sözleşmelerinin temelini bazı ahlak biçimleri, bir güvenlik ve adalet sisteminin üzerine kurulabileceği genel kabul ilkeler, normlar ve değerlerle ilişkili bazı ahlak kuralları oluşturmak zorundadır. İnsanlar özgeci oldukları kadar açgözlü de olabilirler, toplumun rolü de bu insani özellikleri kendi özel evrimci gelişim evresine göre mümkün olduğu ölçüde sınırlamaya çalışmaktır.

  • Durkheim, bu nedenle insan doğasının ikiliği fikrini geliştirir. Hepimiz iki bilince, biri çıkarcılığa dayalı kişisel, diğeri toplumsal çıkarlara dayalı toplumsal bilince sahibiz. Ayrıca mekanik toplumlarda, birey ve kollektif bilinç gerçekte aynı şeyi anlatırken organik toplumlarda ikisi birbirinden ayrı, bağımsız ve çoğu kez çatışma içindedir. Resmi sosyal kontroller, bu yüzden, organik toplumlarda mekanik toplumlara göre daha fazla gerekli hale gelir.

Sağlıklı bir toplum temel değerlerin ve normatif rehberliğin kurumsallaşmasına bağlıdır. Bu bağlayıcı değer kalıpları ve normlar olmadan toplumsal ve siyasal hayat düzensizlik içinde olacaktır. Ancak anomi sadece, geçici bir evredir. Sosyoloji modern topluma uygun değerler ve normatif kuralların uygulanması konusunda katkıda bulunabilir.

Durkheim’ın toplum anlayışında özetle 3 ilkeye rastlanır.

  • 1-İşlevselci ilke: Genel toplumsal ihtiyaçlar kavramı. Toplumlar değerlere ve paylaşılan değerlere ihtiyaç duyarlar.
  • 2-Organizmacı İlke: Toplumsal sağlık farklı parçaların bütünle işlevsel olarak, ilişkili olma derecesine bağlıdır.
  • 3-Evrimci İlke: Durkheim’ın toplumsal ve biyolojik analojilerle ilgilenmesi ve onun evrim teorisinde farklılaşma düşüncesinin merkezi rolü.

Kısaca, Durkheim’a göre, toplumun kendi bütünlüğü içinde anlaşılması gerekir. Toplum bileşenlerinin bir toplamı olarak görülemez. Kendini meydana getiren bireylerin basit bir toplamından daha fazlasıdır. Toplumlar bütünleşme ya da düzenleme ihtiyacına sahip varlıklardır. Ona göre sosyolojik analizin toplumun parçalarının bu merkezi işlevleri nasıl yerine getirdiklerini belirlemesi gerekir.

 

İçerikteki kavramların açıklaması:

  • Ritüel: Aynı değerler ve yaşam tarzlarına bağlı bireylerin genelde kutsal sayılan mekanlarda ve zamanlarda, benzer biçimde tekrarladıkları, alışkanlık haline gelmiş ve kutsallık yükledikleri davranış biçimleri, törenler, ayinler.
  • Mekanik ve organik dayanışma: Durkheim’a göre, mekanik dayanışma daha çok az nüfuslu, küçük, basit, yüz yüze ilişkilerin egemen olduğu, herkesin büyük ölçüde her bakımdan birbirine benzediği, işbölümünde farklılaşmanın oldukça sınırlı kaldığı toplumlardaki sıkı dayanışma biçimiyken organik dayanışma büyük, kalabalık, informel (resmi) ilişkilerin egemen olduğu, birbirlerinden meslekleri, yaşam tarzları, kişilikleri bakımından büyük ölçüde farklılaştıkları, uzmanlaşma ve işbölümünün oldukça karmaşık hale geldiği toplumlardaki daha gevşek, çoğu kez çıkar temelli dayanışmalardır.
  • Kolektivizm: Bireysel değil genel, toplumsal ve kolektif çıkarların önde tutulması.
  • Sosyal kontrol: Bireyler ve grupların davranışlarını düzenleyen, mevcut bir toplum, devlet ya da toplumsal grubun kurallarına uyum ve itaati sağlayan resmi ve resmi olmayan kurallara işleyen genel toplumsal süreçler ve mekanizmalar.
  • Resmi ve resmi-olmayan sosyal kontroller: Resmi sosyal kontroller hukuk kuralları ve yasalar gibi yöntemlerle ve mahkemeler, cezaevleri gibi resmi kurumlar aracılığıyla sağlanırken, resmi olmayan sosyal kontroller toplumda kendiliğinden, düzensiz ve yüz yüze ilişkiler içinde sağlanır.
  • Rasyonelleşme: İnsanlar ve organizasyonların gündelik, mesleki ve örgütsel faaliyetlerini, duygulardan uzak bir biçimde, akılcı, rasyonel temellerde sürdürmeleri.
  • Güç-otorite: Weber’e göre, güç başkalarının direnişine rağmen arzulanan sonuçlara ulaşma kapasitesiyken otorite insanların zorlayıcı olmaktan ziyade meşru olarak gördükleri güçtür.
  • Bürokrasi: Formel olarak tanımlanmış uzman görevlere sahip çok sayıda birim içeren, bu işlerin istikrarlı ve sistemli bir biçimde yerine getirilmesi için gerekli bir otorite yapısına ve görevler hiyerarşisine sahip, çalışanların birimlere yarışma sınavlarıyla genel kuralara göre yerleştirildiği organizasyonlar.
  • Doğrudan demokrasi: Bir grup, örgüt, toplum ya da ülkeyi ilgilendiren kararların ilgili tüm üyeler ya da vatandaşların katılımları ve oylarıyla alındığı ve uygulandığı demokrasi biçimidir.
  • İşlevselcilik: Bir toplum içindeki kurumlar, değerler, kurallar vb.nin toplumsal bütüne işlerliğine katılarını vurgulayan sosyolojik yaklaşım.
  • Kolektif bilinç-vicdan: Bir toplumdaki insanların olaylara ortak bakış açıları, ortak düşünsel ve duygusal tepkileri, onları birbirine bağlayan, çoğu kez ahlaki değer yargıları.
  • Norm: Genelde kabul gören değerler çerçevesinde bir toplumdaki tutumlar ve eylemlerini düzenleyen, bağlayıcılığa ve ahlaki ve hukuki yaptırım gücüne sahip davranış kurallarıdır.
  • Toplumsal olgular: Durkheim’a göre, toplumsal olgular bireye dışsal olan ve onu kontrol altında tutan zorlayıcı güce sahip eylem, düşünme ve hissetme biçimleridir.
  • Dışsallık ve zorlayıcılık: Durkheim’a göre, toplum ya da toplumsal olgular, bireylerden önce geldikleri, onları dışardan belirledikleri ya da yönlendirdikleri için -dışssal- onlar üzerinde iradelerine rağmen baskı, zor ve yaptırım uyguladıkları için -zorlayıcı-dırlar.
  • Anomi: Durkheim’a göre, anomi daha ziyade toplumların geçiş ya da kriz dönemlerinde yaşanan bir düzensizlik ve zihin karışıklığı halidir. Anomik durumlar genellikle daha önceki geleneksel değerler ve yaşam biçimleri yıkılmasına rağmen henüz yeni değerler ve yaşam biçimlerinin şekillenmediği geçiş toplumlarında yaşanır.
  • Makro ve mikro sosyolojisi: Makro sosyoloji toplumsal olaylar ve süreçlere en genel, yapısal ve kurumlar düzeyinde bakarken mikro sosyoloji kişiler arası yüz yüze etkileşimlere ve bu etkileşimle ilgili temel süreçler ve oluşumlara odaklanır.
  • Saf sosyoloji: Simmel’in bütün toplum türlerinin genel ve evrensel biçimleri ve düzenlerini içinde yer aldıkları tarihsel koşullardan bağımsız olarak araştırmak için gerekli olduğunu düşündüğü sosyoloji türü.
  • Sosyalleşme: Bir topluma yeni katılan bireylerin, genelde yeni doğan çocukların zamanla toplumun mevcut değerleri, tutumları, yaşam biçimi ve davranış kurallarını öğrenmeleri, içselleştirmeleri ve kişiliklerinin bir parçası haline getirmeleri sürecidir.
  • Şeyleştirme: İnsanların kendi türettikleri, yarattıkları şeylerin kendi dışlarında, onları yönlendiren, boyunduruğu altına alan ve büyük ölçüde doğallaştırılan ve kutsallaştırılan güçler haline gelmesi.
  • Temel ve genel etkileşim biçimleri: İnsanlık tarihlerindeki bütün toplum türlerinde yer alan genel ve zorunlu etkileşim biçimleridir.
  • Biçim ve içerik ayrımı: Geometrik nesnelerin biçimlerinin, yani genel ve evrensel özelliklerinin sahip oldukları özel, kendilerine has içeriklerinden bağımsız olarak incelenebilmesi gibi toplumun da aynı şekilde incelenebileceğini öne sürmek için Simmel’in geliştirdiği ayrım.
  • İş Bölümü: Toplumda farklı ekonomik, kültürel, siyasal vb. faaliyet alanlarının ve işlerin kendi içlerinde ayrılması, uzmanlaşması ve farklı insanlar ya da birimler tarafından yerine getirilmesi.
  • Yabancılaşma: Hayatın ekonomi, gündelik ilişkiler, din, siyaset, kültür vb. alanlarında yaşanan yabancılaşma sürecinde, bireylerin kendi işleri, ürettikleri ürünler ve üretim süreci, yarattıkları farklı türden eserler üzerindeki kontrollerini yitirip onların egemenlikleri ve kontrolleri altına girmeleri…
  • Kolektif mülkiyet: Marx’a göre, bir toplumdaki herkesi ilgilendiren üretim araçlarının özel bireylerin (kapitalizmde burjuvazinin) elinden çıkıp tüm toplumun eşit kullanımına açık hale gelmesidir.
  • Statüko(culuk): Mevcut durumu olduğu gibi ya da özünde değişiklikler yapmadan sürdürme eğilimi.
  • İdeoloji: Marx’a göre, ideoloji egemen sınıfların baskı ve sömürüsünü, gizlemek-özel sınıfsal çıkarlarını tüm toplumun ya da bütün insanlığın genel çıkarlarıymış gibi göstermek için kendi aydınları aracılığıyla geliştirdikleri değerler ve düşünceler sistemleridir.  
  • Ekonomik temel: Marx -temel- biçiminde kullandığı altyapının yani üretici güçler ve üretim ilişkilerinin -üstyapı- adını verdiği kültür, eğitim, ahlak, din, ideoloji, hukuk, siyaset, aile vb. kurumları belirlediğini, daha doğrusu önemli ölçüde şekillendirdiğini öne sürer.
  • Üretici güçler ve üretim ilişkileri: Belirli bir tarihsel dönemde üretimin niteliği ya da karakteristik üretim biçimi anlamına gelen, üretim tarzını, Marx’a göre, üretici güçler yani emek gücünün kulanımı ve üretim araçları (örneğin aletler, araçlar, binalar, teknolojiler ve üretim materyalleri) belirler. Üretim ilişkileri üretim araçlarının, özel mülkiyeti aracılığıyla çoğunlukla yasalarla sağlanan, toplumun üretici değerlerini yönlendiren güç ve kontrol ilişkileri, iş bölümü ilişkileri, insanlar ve nesneler arası ilişkiler ve sosyal sınıflar arası ilişkilerdir.
  • İlişkisel yaklaşım: Bir yapı ya da sistemin parçaları, unsurları ve özelliklerinin tek başlarına değil de büyünle diğer parçalar, unsurlar ve özellikleriyle ilişkileri temelinde açıklanması. Bu yaklaşıma göre her unsur sahip olduğu kimliği, özellikleri diğer unsurlarla ilişkileri içinde kazanır.
  • Örneğin bir bireyin kişisel nitelikleri onu bir köle kılmaz ve özel bir makinenin yapısındaki hiçbir şey o nesneyi bir sermaye unsuru yapmaz. Bu unsurlar kimliklerini sadece bir sistemin parçası olarak yani köle sahipliği ya da kapitalist üretim düzeninin bir parçası olarak kazanırlar.
  • Praksis: Marx’ın bireylerin basitçe yapının ürünleri, kuklaları, etkileri olmayıp kendileri yaratmasalar da tarihsel koşulları yorumlayabilecek, değerlendirebilecek ve bilinçli eylemleriyle dönüştürebilecek bir kapasiteye sahip olduklarını anlatmak için geliştirdiği, aktif, yaratıcı eylem, anlamına gelen bir kavram.
  • Sınıf çatışması: Marx’a göre, tarihte sınıflara ayrışmış bütün toplumlarda karşılıklı uzlaşmaz çıkarlar söz konusu olduğundan sınıflar arasında mücadeleler ve çatışmalar olması kaçınılmazdır.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...