Felsefe Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar

Toplumsal Sözleşme Teorileri ve Toplum

Ortaçağdan günümüze toplum

Orta Çağ’ın kurumları, yaşanan köklü dönüşümler sonucunda yıkılır, yeni toplum oluşumları ortaya çıkar.

  • İlgili değişimler, keşifler ve icatlar, yoğun bir sermaye birikimi sonucunda ticari ve burjuvazi,
  • bilginin ve bilimsel bilgilerin teknolojiye dönüştürülmesiyle,
  • sanayi toplumunun ve kapitalizmin ürettiği sanayi burjuvazisi,
  • ekonomik dönüşümler sonucunda ise, daha önce toprağa bağlı serflerin dönüşmesiyle işçi sınıfı- proletarya ortaya çıkar.

Aydınlanmanın ve önceki değişimlerin sonucu ve onları yeniden dönüştüren iki büyük olay ise;

  • Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimidir.

Her ikisi de insanların toplumu anlama, onu yeniden tanımlama çabalarını, bu yöndeki arayışlarını hızlandırmıştır.

  • Orta Çağ’ın İlahi Yasa ve dinsel egemenlik anlayışlarını reddeden alternatif bir dünya görüşü olarak gelişen Aydınlama anlayışı ile birlikte toplumun kökenleri sözleşmeye dayalı yükümlülüklerin ve karşılıklı toplumsal ilişkilerin temel olduğu bir yapıda aranmaya başlamıştır.
  • Burada toplum insanların tarihin başlarında içinde yaşadıkları varsayılan doğa durumu ve dolasıyla bir -insan doğası- fikri etrafında açıklanmaya çalışılır.

Thomas Hobbes (1588-1679), kendi kaba materyalist ve indirgemeci yaklaşımından hareketle olayların nedeni olan nesnenin hareket yasalarının insan davranışları alanında olduğu kadar, toplumsal olaylar alanında da geçerli olduğunu belirtir.

  • insanın toplum içindeki davranışlarının temelinde, hayatını sürdürmek amacı ya da bunun uzantısı olan -güvenlik isteği ve bencillik- yattığını düşünen Hobbes’a göre birey açısından aslolan kendi çıkarları olup, toplum ise bireysel çıkarların gerçekleştirilme aracıdır. Ayrıca bu -doğa durumunda- güvenlik isteği insan doğasının temel ihtiyacıdır.
  • Öteki insanlar arasındaki bir insan, onlar üzerinde egemenlik kurmadıkça kendini güvenli hissetmeyeceği için, bu istek toplum içinde uygulandığında -iktidar arzusuna- dönüşür. Bu yüzden, bir insanın öteki insanlarla ilgilenmesinin bir nedeni kendi güvenliğiyle ilgili kaygılarıdır.

John Locke

Doğa koşullarının daha çok barışı, iyi niyeti ve karşılıklı ilişkileri yansıttığını düşünen John Locke’a (1632- 1704) göre toplumsal çatışmaların ve uzlaşmaz çıkarların kaynağı özel mülkiyet ve toplumsal eşitsizliğin artmasıdır. Ona göre insanlar, hazza ve mutluluğa yönelik elemden kaçtıkları için, herkesin kendi zevkleri ve mutluluğu yönünde davranmasının sağlanması gerekir.

  • Locke için; doğa durumu insanın insanın kurdu olduğu, herkesin herkesle savaş içinde olduğu bir durum değildir. O, doğa durumunun insanların kimseden izin almadan ve başkasının iradesine tabi olmadan, doğa yasasının sınırları içinde davranışlarını düzenlemek konusunda mükemmel bir özgürlük ve eşitlik içinde oldukları bir durum olduğunu düşünür.

Doğanın sağladığı imkanlardan herkes eşit olarak yararlandığı için, mülkiyetin ortak olduğunu kabul eder.

  • Ancak ona göre, doğa durumunda herkes kendine zarar vereni cezalandırma, yani hem davacı hem de yargıç olma hakkına sahip olduğu için, bu durum; intikamın da etkisiyle toplumsal kargaşaya yol açabilir.
  • İnsanlar doğa durumunda özgür, eşit ve barış içinde olmalarına rağmen, kişinin kendine zarar vereni cezalandırma hakkı -savaş durumu- yaratacağı için, bu savaş durumundan kurtulmak amacıyla doğa durumunu terk edip topluma girmişlerdir.
  • Bireylerin doğaya bağımlı oldukları ve insanların sadece basit fiziksel ihtiyaçlara sahip oldukları, toplum-öncesi bir doğa durumundan söz eden, Jean-Jacques Rousseau ( 1712-1778) da doğa durumunda tüm evrende insanların arzuladıkları şeylerin sadece besin, cinsellik vb. yani doğal dürtüler olduğunu ifade eder.

İnsanların karşılıklı ilişkilerinin oldukça sınırlı olduğunu ve birbirlerine fazla muhtaç olmadıklarını belirten Rousseau’ya göre toplum tarımın keşfi, metalürjinin gelişimi ve diğer olaylar sonucunda ortaya çıkmıştır.

  • Rousseau insanlığın bu gelişmelerin yarattığı olumsuzluklardan kurtulmanın -doğa durumunun- temel ilkelerinin modern dünyanın, günün koşullarına uygun biçimde uyarlanmasıyla mümkün olduğunu düşünür.

 

Muhafazakâr Felsefe ve Toplum

Aydınlanmacı, bireyci, ilerlemeci toplum ve insan anlayışlarına tepki olarak Orta Çağ’a ya da modern koşullarda Orta Çağ’ın ilkelerine dönmeyi öneren muhafazakâr toplum felsefeleri ortaya çıkmıştır.

  • Muhafazakar felsefenin en önemli temsilcilerinden biri, Louis de Bonald (1754-1840) çıkış noktası olarak, bireyi değil toplumu, -doğrudan Tanrının yarattığı toplumu- esas alır.

Toplumun kaynağı Tanrı olduğu için, aklın geleneksel inançlardan üstün görülemeyeceğini öne süren Bonald’a göre, Tanrı toplumu yarattığı için, insanların onu işlerine karışmamaları, kutsal bir varlığı değiştirmeye çalışmamaları gerekir. Bonald, bireyin toplumu değil, toplumun bireyi biçimlendirdiğini kabul eder.

  • Ona göre, toplumsal hayatın temel amacı, bireysel özgürlük değil, otorite olmalıdır. Çünkü insanlar ancak aile, yerel topluluk, kilise ve loncanın otoritesi altında refaha ulaşabilir. Ona göre toplumsal bağların özü hiyerarşidir.

Eşitlikten söz etmekse aylaklık ve günahkarlıktır. İnsan ancak toplum için varolur, toplum onu kendi amaçları doğrultusunda biçimlendirir. Birey kendi başına çaresizdir, hiçbir katkıda bulanamaz. “İnsan hayatı toplum onu nasıl yapmışsa ancak o olabilir”

Muhafazakar felsefe: Hegel

liberal kapitalist bir toplum anlayışını benimseyen Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831)

  • Aile, toplum ve devlet  olmak üzere, üç ahlakilik dünyası olduğunu düşünen, diğerlerini de zorunlu olarak görse de devleti en üste yerleştiren Hegel’e göre toplum, kendine özgü kanunlara sahip bir yapıdır.
  • Toplum olarak, anılan oluşum, son derece rasyonel bir iktisadi topluluk, doğrudan bir piyasa ve mübadele toplumudur.
  • Toplum insan ihtiyaçlarının, iş bölümünün, birikmiş iktisadi malların fiyatı mekanizması aracılığıyla dağıtımının doğal olarak düzenlenmesi sistemi, bir tür ekonomik maddi ilişkilerdir.
  • Toplumun yapısal kanunu, bireylerin aile birliğindeki organik bağlılıklarından ayrılmış, sadece bireyler olarak birbirleriyle satıcı ve alıcı, işçi ve işveren, arz eden ve talep eden olarak belirli çıkarlarla karşılaşması esasına dayanır. Toplum içinde bireyler sadece, bu münasebetle birbirlerine yanaşır ve bağlanır.
  • Her birey, sadece kendi bireysel çıkarının, bireysel amaçlarının peşindedir. Genele dahil olduğu halde, bireyin kendisinin dışındakiler onun için, hiçbir anlam ifade etmez.
  • Tekil bireyler, sadece kendi amaçları peşinde koşarken, esas maddi ilişkiler kanununa uyarak, diğer bireylerin ve genelin çıkarlarına uygun davranmak zorundadır. Aynı zamanda, insanların kendi bencillikleri genel ihtiyaçların doyurulmasına dönüşür. Ve bireylerin özel çıkarları peşinden koşmalarıyla genel çıkar gelişir.
  • İşte, toplum, esas itibarıyla organik bir oluşumdan ziyade bir mekanizmadır. Bu mekanizmayı düzenleyen kanunlar değişmez ve bir tür doğa kanunlarıdır.
  • Hegel, toplumun belirli evrim geçirdiğini kabul etse de bu evrimden köklü ve yapısal bir değişimi değil, farklılaşmayı, iş bölümünün daha gelişkin hale gelmesini anlar.

Toplumun kanunlarının doğal kanunlar olduğunu belirten Hegel’e göre, toplum esas yapısında değişmezdir. Devletin aksine, toplum zemininde tarihsel evrim yoktur. Bu toplum anlayışı sonraki, birçok düşünür ve sosyal bilimciyi farklı derecelerde etkilemiştir.

 

Belli başlı tanımlar:

  • Aydınlanmacılık: Orta çağın son döneminde, yaşanan büyük çaplı ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel gelişmeler sonucu ortaya çıkan, gelenekler, din, otorite, hiyerarşi gibi geleneksel değerler ve yaşam biçimlerini akıl ve bilim aracılığıyla dönüştürmeyi ve bilimsel ilkeler üzerine yeni bir toplum kurmayı hedefleyen düşünceler bütünü denebilir.
  • Bireycilik: Bireyin kişisel hakları, çıkarları ve değerlerini toplumun genel çıkarları üzerinde tutan, toplumların bu ilkeler üzerine kurulması gerektiğini öne süren anlayış.
  • Liberal kapitalizm: Başlangıçta -serbest rekabetçi kapitalizm- olarak da adlandırılan, bireyci değerlerin ve piyasa ilkelerinin egemen olduğu, devletin bireylerin ekonomik ve diğer girişimlerine hiçbir müdahalede bulunmaması gerektiğinin; mal ve hizmetlerin arz-talebinin ve fiyat oluşumun piyasada kendiliğinden şekilleneceğinin düşünüldüğü ekonomik sistemdir.
  • Sosyal statik: Comte’a göre, sosyolojinin toplumun düzenli, istikrarlı, kalıcı, uzun süreli özelliklerini, yani onun nasıl belirli bir düzen içinde ve düzenli olarak işlediğini araştıran kısmıdır.
  • Sosyal dinamik: Comte’a göre, sosyolojinin toplumun nasıl ve hangi süreçlere göre ve hangi ilkeler ya da yasalar, temelinde değiştiğini ve evrimleştiğini araştıran kısmı…
  • Pozitivizm: Genelde, toplumun doğanın bir parçası ve uzantısı, dolasıyla doğa yasalarına tabi olduğu için sosyal bilimlerin yöntem olarak doğa bilimlerini kendine model alması gerektiğini savunan, pozitivizm, somut olarak gözlenemeyen, araştırılamayan ve sınanamayan iddiaların temelden yoksun metafizik önermeler olduklarını öne sürer.
  • Organizmacılık: Toplumun canlı bir organizmaya benzediği ve onun gibi işlediği düşüncesi.
  • Sosyal Darwinizm: Darwin’in doğada canlı türleri arasında, işlerlikte olduğunu iddia ettiği yasalar ya da ilkelerin toplumlarda da geçerli olduğu düşüncesi.
  • İç dinamikler: Toplumun yapısı, işleyişi ve değişiminde etkili olan içsel faktörler.
  • Sosyal fizyoloji: Saint-Simon’un toplumun bir organizmaya benzediğini ve onun gibi incelenebileceğini belirtmek için geliştirdiği kavramdır.
  • Sosyal sınıf: Meslekleri, çalışmaları koşulları, gelir ve yaşam düzeyleri, tüketim alışkanlıkları ve genel düşünce tarzları bakımından birbirine benzer koşulları ve özelliklere sahip insanlar topluluğu ya da kategorisidir.
  • Marx’a göre, bireylerin sosyal sınıflarını üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip olup olmamaları belirlerken, Weber’e göre, bireylerin sınıfsal konumlarının belirlenmesinde mülkiyetin yanı sıra statü ve güç de etkilidir.
  • Toplum sözleşmesi: İnsanların asosyal bir durumdan çıkmak için, aralarında farklı nedenlerle sözleşme-anlaşma yaptıkları ve kendilerini bağlayan bu sözleşme temelinde toplum hayatına geçtikleri düşüncesi.
  • Doğa durumu: İnsanların toplum hayatına geçmeden, önce doğayla uyumlu, daha çok fizyolojik varlıklar olarak yaşadıkları bir dönemin bulunduğu görüşü.
  • Kaba materyalizm: Materyalizm her şeyin, kaynağında maddenin olduğunu ya da maddenin farklı biçim kazanmış hallari olduğunu öne sürerken, kaba materyalizm her şeyin salt maddi oluşumlarla ya da onların basit yansımaları olarak açıklanabileceğini öne sürer.
  • İndirgemecilik: Evrende, doğada ya da toplumdaki belirli oluşumlar ya da süreçleri sadece belirli bir faktöre dayandırarak açıklama eğilimidir.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...