Önsöz
Yaşam ve Varoluş’u, Düş’ünmek Yetisi ve Hissedebilmenin Eşsiz Büyüsü ile Salınmak
Yaşamın sıradanlığında varoluşun çizgilerini görmekten kaçınır ve kaçındıkça özünden uzaklaşır ve düşünmenin, hissedebilmenin, sevginin hakiki dokunuşlarını da görmeyi isterken görmemeye tutulur. Olağanı olağanüstü imgesi altında sıkıştırırken, hakikati imkansızlaştırarak ulaşılmaz olma itkisi altında yaşamı sevginin yitikliğinde aslında kendinden varoluşundan kaçma güdüsüyle ve hiç farkında olmaksızın hayal ettiğini dahi bilmeden yaşayıp gider ve hayal ile hakikatin kesişmesinde kendi masalını düş’ seyrinde seyreder ya da başkasının masallarına kapılır, sürüklenir gider.
K’an Yanılsaması
Boş bir alan, alanda insan…
Çemberinde salınan bir düş yansıması tabiatın orta yerinde…
Ne düşünmekte ya da ne hissetmekte?..
Hiçliğin uzuvlarında kıvranan düşünceleriyle…
‘’iyi misin?’’
İçten, usulca sorulan “iyi misin?” sorusunun tüm anlamsızlığı, ahizenin diğer tarafında yankılandı. Adam, kulaklarından tüm hücrelerine dağılan ve bütün bedenini saran sesin, uzuvlarında yarattığı sarhoşluğun etkisiyle sarsıldı. Sustu. Durdu. Sesin tüm benliğini ele geçirmesine izin verdi. Buruk gülümsemesi, o anı doyasıya yaşamak istediğini yansıtıyordu. Zaman durabilir miydi? Onun gözünde çoktan durmuştu. Zaten zaman ne idi? İnsanoğlunun oluşturduğu sayısal verilerden başka… Bir kalıba sığdırılır gibi akreple yelkovana yüklenen anlamlar, görkemli kozmosun yansımasında hangi paydaya denk geliyordu? Tüm gücün elinde olduğunu düşünen insan evladı, durdursa yerküreyi, yaşanmasa bugünün uzuvlarında var olan yarın… yapabilirler mi? Asla, onlar bir tek, var olanı çıkarları uğruna kullanmakta ve kendilerine hizmet etmeyen her anlamı, kavramlara ve kalıplara sığdırarak yok edebilmenin derdinde bulanık bir girdabın kıvrımında gitmekteler. Zihninde dört nala koşan ve kozmosla dönüp duran adam, görünürde oldukça sakindi, ‘’Çok iyiyim, yaşamak, o da güzel…’’ sözleri döküldü dudaklarından ancak yeterli değildi, boğazında biriken yankı dağılmalıydı, kahkaha attı. Ardı sıra düğümlenen sesi daha da kısıldı, ‘’Oğlumuz nasıl?” derken nefesi iyiden iyiye kesilmişti duraksadı “Sizden vazgeçmeyeceğimi biliyorsun, değil mi? ‘’ sözcükleri döküldü dudaklarından ve içinde salınan hisler çarpışmasında, kelimelerini tamamlayamadan, araya karışan cızırtı sesleriyle irkildi ve yeniden, tüm eksikliği ve yarım kalmışlığıyla, düşüncelerinin, sessizliğe gömüldüğünü hissetti. Zihnini delip geçercesine inleyen cızırtı seslerine rağmen, telefonun diğer ucundaki kadın susmaya niyetli değildi, “Biliyorum…” sözcüğünün yansımasında gülümseyen sesi içtendi ve hissettirdiği hisler, adamın ruhuna işlemişti. Telefon kablolarından dağılan ve ahizenin boşluklarından yükselen cızırtılı titreşimler hızla bastırmaya çalışıyor olsa da seslerini, kadın konuşmaya kararlıydı. “Sana birkaç parça eşya gönderdim, eski bir tanıdığın ahbabıyla. Adresini bulacağını söyledi, ben de kabul etmeyeceğini bildiğimden, sana sormak istemedim.’’ tek solukta konuşan kadın, nefes aldığında kelimelerin kalbinde bıraktığı etkinin burukluğunu hissetti, onun da aynı şekilde hissedeceğini düşündü, ne söyleyebilirdi bilemiyordu, soluk aldı ve ‘’Sakın vazgeçme…” kadının sayıkladığı vazgeçme kelimesine yüklenen anlam, sıradan anlamının ötesindeydi. Yaşamaktan vazgeçme ya da bizden veya umuttan? Hangisi karşılayabilirdi, o anın içinde salınan hisleri, ikisi de bilmiyordu. Öylece, apansız akıp savrulan ışıltı yağmurunda, zihinlerinde koşuşturan düşünceleri ve kalp ritimleri, inceden inceye çiseleyen su parçacıklarını hissetmenin derdindeydi. Hışırtı sesleri kaybolmuştu ki kadının pışpışladığı anlaşılan bebeğin ağlama sesi, adamın kulaklarında yankı uyandırdığında telefon kapanıverdi. Dıt… dıt… dıt… titreşimleri kablolardan dalga dalga yayılıyordu ve yansımasındaki ritimleri, adamın kulağında çınlama etkisi yaratıyor, yüreğinde tarifsiz hisler uyandırıyordu. Adamın zihninde anlamlar bulan ve anlamını aşıp ötesine süzülen ses, ilmek ilmek atmosfere dağılıyordu. Peki milyarlarca mil uzağa ya da hemen anın uzuvlarında sayıklayan anlam, hangi ritim olup da şu anın içinde dans ediyordu? Adam, zihnine yansıyan ve yansıtılan hesaplamaları yapmıyordu. Lakin zihni, ışığın uzuvlarında, ondan bağımsız anlamlar diyarında bambaşka anlamlarla dans ediyor, hesaplamaları yapıyor ve adama, bir tek yansımaların düşünde hissetmek kalıyordu ve kafasından kovaladığı düşlerin ayrımında, içine işleyen bebeğin ağlama sesinden olabildiğince kaçıyordu ve telefonun kapandığını biliyordu bilmesine elbette, lakin konuşmasına engel değildi.
‘’Bulacağını biliyorum. Damgalı bir ürünün, makinada taratıldığında bulunduğu gibi...’’ iç geçirdi. Hiçbir söz ya da his tamamlamıyor ve bulamıyordu şu an hissettiği eksikliği… Bilmediği bir yerden esen yelin dokunuşlarını omuzunda hissettiğinde yerinden kalktı. Uzuvlarında yoğunlaşan duygular, ona yaşadığı en karanlık günü hatırlatmaya çalışırken, o esaretine kapılmamak üzere, ısrarla ve inatla, yaşama direnme sebebini hiç bilmediği gibi direndi ve zihninde akıp savrulan düşüncelerin ritimlerinin yansımalarından habersiz, bakışları, tren garının oradan geçerken, her iki yöndeki raylara ve gidip gelen trenlere dalıp gitti. Dumanı tüten trenin uğultusundan öte, beyni uğulduyor, karşı koyamayacağı süratle ilerleyen tren raylarına takılıyordu düşleri ve zihninde sayıklayan her düşüncenin ritmi, raylara ve kozmosa keskin nakış gibi işleniyordu. Karanlığın ortasında, başı ve sonu belli olmayan sonsuzluğa uzanan ve dokunan enstrümanın tellerini andırıyordu tren rayları, rayların üzerinde ilerliyordu tren ve ilerledikçe, onunla yol alan, raylara dokunuşlar bırakan her yüreğin her ruhun düşünceleri de onunla bambaşka içsel dürtüyü doğuruyor, her biri birbirine karışıyor ve iç içe geçen dalga ritimleri kozmosla dalga dalga bütünleşiyordu. Her parçacığın uzuvlarında alev alan düşünceleri ve hisleri, hüznün kıvrımlarında süzülüyor, duman olup tütüyor ve sonsuz mavilikteki gökyüzüne dokunuyordu. Evreni oluşturan, ışık parçalarının parçacıklara ayrılması, yaşam bulması ve yeniden bütünsel güzelliğe ulaşmak adına yol alması gibiydi. Ve tüm bu yol ayrımlarında ve kıvrımlarında, an yansımaları, her bir ritmin ulaştığı ve bütünleştiği noktada, bütünden dağılan kozmosun ritimleriydi. Ve zaman, hangi andan kopup geldiği bilinmeyen parçalara ayrılan parçacıkların, değdiği anlara ritim dokunuşlarıydı. Ve tam da bu yüzden, her nefes aynı anın uzuvlarında dans ediyor gibi görünse de her yaşama dokunan ritim ve anlamı farklı farklıydı. Yaşam aynasında, parçacıkların yaşam bulduğu ruhlar ve ruhları yansıtan bedenleri, her biri bütünün parçası olsa da her parçanın bir diğerinden özü itibariyle başka olması, başka anlamlarla vuku bulması bundandı. Oysa parçacıkların her biri, tüm an kıvrımlarında yanılsamalar arasında, kendini bulmak ve özüne ulaşmak için salınsa da kozmosun ışıltısında buluşan düşleri, düşünceleri ve hisleri, sonsuzluğun an salıncağında, ışıltı olup kendini bulabilmenin hissine düşmeliydi. Yol almak ve düşmek, işte birini diğerinden ayıran o büyülü dokunuşu sayıklayan anlamdı.