Şikayet Hali- Tatminsizlik
Bakıyorum ve gözlemlediğim çoğu durum ve olayın arka planında gördüğüm anlam, içsel tatminsizlik ve ne istediğini bilememenin yansımaları.
- Sürekli söylenmeler, şikayet enerjileri de bundan.
Düzenli geliri olan, yapabileceği her şeyi de yapabilen. Ancak parasızlıktan şikayet eden. Sürekli oradan oraya gidenler, bir yerlerde bir tüketim zincirine dahil olan ya da ne olduklarını dahi hiç sorgulamadıkları etkinliklerde, başkalarının popülasyon tüketimine kapılıp, onların yaşamlarının içinde kaybolan, ekranlara bakan… gezen, okuyan…
ama yine de tatmin olamayan, çünkü esas sorun içsel huzursuzluk…
yaşam aynasında, kendilerine içlerine yol almalarının ilk esas kural olduğunu görmekten uzaklar ve o yönlerini açığa çıkartabilecek bir özümseme girişiminde bulunma halinden de…
Söylenme, şikayet hali toplulukların üzerine yapışmış durumda. Ve sanki herhangi bir şeyden şikayet etmezlerse işlerinin kötü gideceği bir algı içine hapsolmuş durumlarda. O eski dünya öğretilerinden halen uzaklaşamıyorlar. Kavuştukları ve istedikleri mevcut olana dahi güzellikle bakamadıkları için, daha da çörekleniyor o ruh hali içlerine…
Ne istediğini bilme- bilememe: Bilinç Hali:
En basit örneği ile evlenmek istiyorlar ya da çocuk yapmak ancak o duruma kavuştuklarında da başka bir şikayet yansıması içine girebiliyorlar. Çünkü öncesinde kendilerini henüz tanımadan ve özlerine ulaşamadan ya da yaşamda ne yapmak istediklerini henüz çözmemişken toplumsal baskının esaretine kapılıyorlar.
Çünkü kimilerine bakıyorsun, istediği için evlendiğini ve çocuk yaptığını ve o aile yaşamının da ne demek olduğunu bildiği için, üstesinden güzellikle geldiğini görebiliyorsun. Yani istedikleri için, içsel huzurlarını da yaşamlarına yansıtıyorlar ve aile içine…
Tabii esasen karakter yansımaları ve birçok farklı etkenlerden kaynaklı sonuçlarda olabilir. Ancak genel olarak gözlemlediğim çoğu durumda kişilerin ne istediğini bilmeden bir evliliğin ya da o yaşamın içine çekildiğinde içsel huzursuzluğu yaşadığı. Ve onlara baktığımda da yaşamsal şartların ve toplumsal etkilerin büyük katkısı var. Aynı zamanda tabii ki kişinin henüz kendini tanımaması içsel çatışmalarından habersiz ne istediğini dahi hiç sorgulayacak bir zihne, bilince ulaşamamış olması olduğunu görmek mümkün.
İçsel Çatışmalar, Toplumsal Baskılar: Henüz Oluşmamış Karakter, İçsel- Ruhsal Gelişim
Özüne ulaşamadan, içsel yolculuğuna eremeden topluluklar arasına katılan ve sosyal yaşamın içinde akıp gidenlere bakıldığında, genel anlamda maddenin içinde içsel çatışmalarını çözemeyenlerin yansıdığı açık ve net.
Henüz içsel çatışmalarını dahi fark edemeyen ve bilmediği ya da kaçtıkları için, başkalarıyla bunu geri plana iten ve paylaşımlarında dahi bir tek bu içsel huzursuzluğun yansımaları farklı şekillerde görülmekte;
Tatminsizlik, şikayet hali, bir türlü doymak bilmeyen istekler, kendini ve ne istediğini bilmeme hali…
- Karmaşa, gürültü kalabalıklar, bir yerden bir yere bir tek yetişme hali…
Çünkü esasen ruhlarının farkında olmadıkları gibi ruhlarının, bir tek sevginin -içsel sevginin- öz sevgiyle buluşması ile çözüleceğini görmemekte ısrarcı olduklarını görüyorum.
- Kendilerini oldukları gibi sevmeme hali; başka yaşamlara istemsizce ya da isteyerek yansıyan -fesatlığa- dönüşüyor bu noktada da…
Kendini ve de hayatta ne istediklerini gerçek anlamda bilmedikleri için, başka yaşamlarda görme eğiliminde ya da gördüklerinde algılama…
Aslında toplumsal yaşamın içinde geçiştirilen yaşamlara dönüşüyor.
Bu noktada, size doğru yansıma yapabilecek ve yol gösterebilecek, eleştirisini dahi içsel olgunluğun yansımasıyla aktarabilecek kişilerle vakit geçirmeye çalışılmalı. Ve de mutluluğunuzu paylaşabilecek içtenlikle, sizin mutlu olmanızdan rahatsız olmaktan ziyade, sizin adınıza sevinebilecek ve bundan keyif alabilecek kişilere vakit ayırmalı. Ve en önemlisi kendiniz gibi hissedebileceğiniz kişilerle bu tabii oldukça seçici bir durum.
Kendi gibi olma hali:
Kendi gibi olanı, toplum çoğunlukla istemez ve kendine benzetmeye çalışır. Çünkü olduğun gibi olmak, içinden geldiği gibi yansıyabilmek oldukça güç görünür, aslında olması gerekendir. Fakat topluma işlenen ters algı ile örtüşmediği için, bunu algılamakta zorlanırlar.
- Kendi gibi olmama hali, toplulukların isteklerine göre hareket etme eğilimi, zamanla içsel özlerindeki kendilerini de bir türlü çözemedikleri için, çatışmaların daha fazla büyümesine ve de bu da kavga- gürültüye dönüşür.
Ancak insanımız bunları normal algılıyor, yani bağırma ya da öfkelenme isteğinin tetiklenmesini olağan görmek istiyor. Bunun aslında içsel yolculuğunda, çözemediği ve henüz göremediği ve bir türlü dönüştüremediği duygusal çatışmalarının, travmalarının yansımaları olduğunu göremiyor. Ve sürekliliği yaşamı boyunca huzursuzluk ve bir türlü tatmin olmayan ruhsal yansımalarla ve bunu hep başka olaylara bağlama güdüsü ile sürüklenip gidiyorlar.
İşte tam da bu yüzden, kişi öncelikle “içsel yolculuğun” ne demek olduğunu algılayacak forma gelmeli. Maddeye fazlasıyla yönelmeden içselliğine önem verebilmeli. Çünkü açıkçası gördüğüm kadarıyla, içselliğine hiç önem vermeden bu algı ile madde boyutuna bağlı yaşamın içinde çekildikleri kuytuları asla göremedikleri için, yaptıklarını da normal görüyorlar. Kendilerini birçok şeyi hak görme hali, özlerinden onları oldukça uzaklaştırıyor.
Ve doğuştan gelen, öz eğilimin ve ruhsallık boyutunun daha etken olduğu gerçeğini görmek de oldukça açık…
Ve tabii yaşamsal boyutta içselliğine önem vermenin yansımasında, içsel yolculuğunu arşınlanmanın güzelliğine erebilen ve bu yolda dönüşmeye meyilli olanlar da genetik özelliklerini daha ileri taşıyabileceği gibi kozmos boyutunda o hakiki güzelliğe erişebilme yetisi de kazanmakta…
Sevme ve sevebilme inceliği
Sevme ve sevebilme yetisi de tüm bu içsel yolculuğun yansımalarıyla ilerliyor. Güzel sevme ve sevilebilme içselliği öncelikle, kişinin kendini olduğu gibi sevebilme ve öz değerini görebilme yetisiyle eş değerdir.
Sevme, paylaşma, özümseme…
Ne yazık ki insanımızın genlerine kazınan ve onları ağırlaştıran bazı kalıplar, onların içsel yolculuklarında ilerlemelerinin önünde en büyük engellerden biri. Eskilerin üzerine yerleşen ağırlaşan o anlamsallıktan uzaklaşamıyor ve esas olana bakmaktan da iyice ötelere gidiyorlar. Bu yüzden de halen konuşulan ve paylaşılan konular dahi o noktada da kalıyor.
Kendini bütünüyle sevebilmeyi bilmeyen, başkaları üzerinden ya da ne yaptığı ile mesleği ile kendine bir mana anlam katmakla, gerçek anlamda sevilebileceğini düşünüyor.
Oysa bunlar olası şeylerdir yani yaşamın getirisidir, çalışmak ya da meslek vb. bunlar kişinin sevilmesine eş değer paydaları sunmaz…
Sevmek, birini varolduğu için sevebilmekle eş değerdir… ve bu açılım daha derinsel anlatımla yansımalı.
Açıkçası insanlar, gerçek anlamda sevme eğilimine maruz kalamadığı için tıpkı, nezaket ve incelikten yoksun toplumun içine ittiği -güçlü isen yaşarsın- anlam paydası hep hatalı bir algı nezdinde yansıma buluyor ve insanlar birbirlerini hakiki anlamda sevmekten uzak bireylere dönüşüyorlar, asıl sevginin özünden uzak ve doğal olarak bu yansımalara uzak oldukları için, başkasında gördüğünde inanmakta zorlandıkları gibi algılamaları da güçleşiyor ve o başkalarında gördükleri sevgiyi de yok etme eğilimine dönüşebiliyorlar, istemsiz ya da bile isteye…
Ve kendini sevmeme hali, başkalarını da asla gerçek anlamda sevmeme haline dönüşüyor. Aynı zamanda bir yarışa ve de daim bir koşuşturmaya…
Bu yansımalar ise kişiye, olumsuz etkileriyle yansıyor. Huyuna, davranışına, konuşmasına, tavrına, sesine vb. bütünüyle enerjisine yansıyor ve onu aslında olduğundan daha başka birine dönüştürüyor.
- Işık saçacağı yerde onu ışık sızmayan, ışığının yansımayacağı ve dans ederek güzellikle süzülemeyeceği bir boyuta indirgiyor.
Işığı kısıtlanıyor ve tam bu noktada, o ışığın yaşam aynası ile ara bölümdeki gölge taraf yoğunlaşıyor ve orası ağırlaşarak -yaşam aynasında- yansımalara eşlik ediyor.
Tüm bunları, insanların ruhlarına bakabilmeleri ve esasen özleriyle yansımanın güzelliğini görebilmeleri adına ifade etmeyi seçiyorum…