Bilinc.tin.us Estetik Felsefe

Marksist Sanat Anlayışı: Özcülük Karşıtı Kuramlar

Marksist Sanat Anlayışı:

Marksist sanat anlayışı, 20. Yy’da felsefi estetiğe sosyolojik bir alternatif yaratan önemli bir sanat görüşünü temsil eder.

Özcülük karşıtı ya da anti- özcü teoriler, sanatı belirleyen değişmez bir özün olmadığı görüşüyle karakterize olurlar. Aynı zamanda sanatın sanata özgü ya da içsel faktörlerden ziyade, dışsal faktörler tarafından belirlendiğini ileri süren özcülük karşıtı sanat teorileri, sanatın özerkliğine de önemli bir darbe indirir. (Ancak unutulmamalı ki her ne kadar dışsal faktörlerden etkilenmiş görülse de yine de içselliğin bir yansıması ve yaratımı olduğu için bu noktadaki etkisi toplumun-dünyanın kişiyi her koşulda kendisi yapmakla ilgili olduğu anlamsallığı yönünde bir açınlama ve derinliğe işaret ederek, yine kişiye odaklıdır.)

  • Bunun da nedeni, söz konusu teorilerin sanatı tarihe, topluma, kültüre ya da politikaya göreli ya da tabi hale getirmeleridir.
  • Örneğin Marksist ya da gerçekçi sanat anlayışı, sanatın sanat için değil de toplum için olduğunu ileri sürer.

Marksist sanat anlayışı: Pratik etki, İdeoloji ile Bilim

Marksist sanat anlayışı, doğrudan doğruya Marx’ın kendisi tarafından geliştirilmiş değildir. Zira Marx’ın kendisinin geliştirmiş olduğu bir sanat teorisi yoktur.

  • Bu anlayışı daha ziyade genel Marksist düşüncelerden hareketle, Louis Althusser (1918-1990), Theodor Adorno (1903- 1969), George Lukacs (1885- 1971) gibi Marksist düşünürler tarafından geliştirilmiş olan bir teoriyi ifade eder.

Nitekim, Althusser bu bağlamda “sanatın gerçek bilgisine erişebilmenin tek yolunun sanat eserinin özgüllüğünün gerisine, “estetik etkiyi” yaratan mekanizmaların kendisine geri gitmek olduğunu” söylerken bunun için, Marksizmin temel ilkelerine ihtiyaç bulunduğunu anlatmak ister.

  • Marksist perspektiften bakıldığında, sanat her şeyden önce entelektüel bir faaliyet olarak anlaşılır.

Aynı zamanda, marksis praxis düşüncesi dikkate alındığında, bir entelektüel faaliyet olarak sanata,

  • felsefeye olduğu gibi dünyayı anlamak algısının yanı sıra dünyayı değiştirmek görevi yüklenir.

İşlevselci bir bakış açısı benimseyen Marksist düşünürler, sanatın pratik etkisiyle yakından ilgilenmişlerdir.

 Pratik etki:

Sanatın pratik etkisi, tıpkı idealist felsefede olduğu gibi statükoyu koruma, onu her yönüyle hoş ve iyi bir düzen olarak sunma anlamında muhafazakar bir etki olduğu öne sürülür.

  • Fakat bu etki, materyalist felsefenin etkisine benzer şekilde, statükoyu değiştirmeyi, toplumu daha adil bir toplum doğrultusunda dönüştürmeyi amaçlayan devrimci bir etki de olabilir, şeklinde yorumlanır.
  • Ve buradan Marksist görüşün sanattan beklediği, pratik etkinin ikincisi yani devrimci etki denebilir.
  • Bu yüzden Marksist sanat anlayışının öncelikle, sanatın sosyo-ekonomik koşullarına ve ikinci olarak da onun politik etkilerine yönelik bir ilgiyle karakterize olduğu söylenebilir.

Marksist sanat anlayışında, Marx tarafından ortaya konan “temel” ve “üstyapı” topografyasının genel bağlamı içinde, edebiyat metinlerinin form ve içeriğini, içinde bulunan ekonomik, politik ve ideolojik ilişkilere gönderimle açıklama anlayışı her zaman öne çıkmıştır.

 “İdeolojik” ile “Bilim” Etkisi ve Ayrımı

Marksist görüş, sanat bağlamında, söz konusu iki ilgiye ek olarak üçüncü bir ilgiyle daha karakterize olur.

Bu da sanatın, entelektüel bir faaliyet olarak “ne olduğuna” dönük bir ilgidir.

  • Buna göre teorilerinde, sanatı ideolojiyle bilim arasında tam ortalarda bir yere yerleştirirler.

Marksizm açısından bilim, gerçekliğin ya da dünyanın doğrulukla, yani gerçekte olduğu şekliyle algılanması ve kavranmasıdır.

  • Oysa ideoloji, gerçekliğin, sosyal dünyanın olduğu gibi kalmasında ya da statükonun korunmasında çıkarı olanlar tarafından, yanlış ve çarpıtıcı bir biçimde sunulmasından başka bir şey değildir.

Marksist sanat anlayışının çift yönlü yapısı:

Sanatı bilimle ideoloji arasında bir yere yerleştiren Marksist sanat anlayışı, bununla sanatın çift yönlü bir yapısı olduğunu anlatmak ister.

  • Sanatta her şeyden önce dünyanın bir temsil ya da yansıması söz konusu olur, lakin bu yansıma, dünyayı gerçekte olduğu şekliyle gösteren bir temsil olmayıp onu insanların olduğunu sandıkları ya da düşündükleri şekliyle sunan bir yansımadır.

Sanat işte bu yüzden, tek tek her toplum ve dönemle ilgili tarihsel olarak sınırlanmış algıları ifade eder. ( Kısıtlı ve yanlış bir açınlama…)

  • Bu açıdan bakıldığında sanat, gerçekliği olduğu gibi göstermeyip bir anlamda gizlediği için, hiç kuşku yok ki ideolojiktir. (Aslında sanat gerçekliği hakiki gerçek algısı dahilinde yansıtır, ancak insan anlayışı gösteri sevdiği için dünya yansıması gibi yanılsamalarla yansıtır.)

Sanatın bir anlamda, ideoloji ile bilimin bir sentezi olduğunu ya da ideolojik kavrayışla bilimsel kavrayışın bir karışımını cisimleştirdiğini savunan Marksist sanat anlayışı, onun yapması gereken etki nedeniyle, ideoloji yerine bilime yaklaşmasını ister.

  • Bununla birlikte, o bunun sanatın sanat olma niteliğini kaybetmeden yapmasını talep eder.

Bunu mümkün kılan şey ise sanatın ikinci yönüdür.

  • Sanat akıl ve bilimsel araştırmadan ziyade, hayal gücünün ya da muhayyilenin eseridir.

Sanat işte, bu şekilde anlaşıldığı zaman, ideolojik dünyanın gerçek dışılığını, onun yanlış fikir ve imgelerden meydana geldiğini gösterdiği için, bilime yaklaşır.

  • Başka bir anlamla, bu şekilde anlaşılan sanat, bize kapitalizmin dünyasıyla ilgili bir şeyler aktarırken dünyaya dair kavrayışımızı güçlendirir.

Sanatın bütünüyle ideolojik olduğu zaman ise, özellikle devrimci ya da ilerici sanata özel bir önem veren Marksist anlayış, sanatın bu yönüyle ele alındığında, toplumsal değişmenin bir aracı olduğunu ileri sürer.

Marksizme göre, sanat bu işlevini izleyici ya da alımlayıcının ideolojik yönden yanlış bilincini sarsarak gerçekleştirir.

  • Yani devrimci sanat, dünyadaki şeyleri bildik ve rahatlatıcı şekillerde değil de aşılmadık ve rahatsız edici şekillerde temsil eder.

Oysa ilerici olmayan sanat, mimesis’i ya da doğal kopyalamanın en yetkin biçimlerini hayata geçirirken dünyanın ideolojik imgelerini olduğu gibi bırakır. Yetkinlikten yoksun yanlış ve çarpık bir gerçeklik olan toplumsal dünyayı olduğu gibi yansıtır.

Özellikle Frankfurt Okulu teorisyenleri, bu noktada bir adım daha ileri giderek, sanata topluma rehberlik etme işlevi yüklerler.

  • Söz gelimi, sanatın toplumsal gerçekliği yansıtmak yerine, bu gerçekliğin yetkin bir gerçeklik olması, yani yanlışlıktan ve çarpıklıktan kurtulması için, ona rehberlik etmesi gerektiğini söyleyen Adorno’ya göre,
  • gerçek sanat, burjuva sanatının sahip olmadığı bir düzen ve hakikati içerir.

Bu yüzden ona düşen, topluma söz konusu düzen ve hakikat yönünde nizam ve biçim kazandırır.

 

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

2 Yorumlar

  1. You can definitely see your enthusiasm in the work you write. The world hopes for more passionate writers like you who aren’t afraid to say how they believe. Always follow your heart.

    1. …always with the rhythms of my heart, otherwise it doesn’t suit me.

      thank you for your time and kind thoughts.

Bir Cevap Yazın