Sanat teorileri, filozofların üzerine değindiği sanatın özü ya da sanat anlamsallığına dair yaklaşımları, görüşleri içerir.
- Felsefenin alt dalı estetik alanında filozofları, en fazla meşgul eden konu, sanatın özünü ya da ne’liğini ortaya koyma, sanatsal yaratıcılığının mahiyetini belirleme, kısacası sanatı tanımlama konusu olmuştur.
Nitekim Platon’dan günümüze kadar filozofların, sanatın genel karakteristiklerini belirlemek için yoğun bir çaba sarf ettikleri söylenebilir.
- “Sanatı” tanımlamaya yönelik bu girişimler ya da bu girişimlerin ürünü olan sanat kuramları, esas itibarıyla sanata yönelik iki ayrı yaklaşımın ifadesi olarak ortaya çıkar.
Sanat Teorileri: Kuramları- yaklaşımları:
Özcülük Nedir?
Birinci yaklaşım, sanatı başka disiplinlerden ayıran bir özün var olduğunu, yani sanatı belirleyen asli birtakım özellikler bulunduğunu öne süren “özcülüktür.”
ve özcü sanat anlayışı, üç ana kategoriye ayrılır.
- Buna göre özcü teoriler, sanatın özünü, sanatsal faaliyette ya da sanatçıda veya sanat eserinde arar.
Başka bir anlamda, bu kategorilerden her biri, sanatı tanımlayan üç ana unsur olarak;
- “temsil, ifade ve formdan” herhangi biri üzerinde yoğunlaşır.
Sanat Teorileri: Birinci ana kategorisi,
- Temsilin önemini vurgular. Bu mimetik, temsile dayalı sanat anlayışının en önemli savunucusu, sanatı mimesis ya da taklik olarak tanımlayan Platon olup, söz konusu anlayış on sekizinci yüzyılın sonuna kadar devam eder.
- Bu teorilerin ikinci ana kategorisi, sanatın özünü genellikle ifadede, duyguların dışavurumunda bulur ve sanatı duygu iletişimi yoluyla tanımlar.
On sekizinci yüzyıldan başlayarak ortaya çıkmaya başlayan ifadeci sanat anlayışının kapsamına, sanata duyguların katharsisi ya da arınmasını temin etme gibi bir işlev yükleyen Aristoteles’i ve sanatta özsel olanın alımlayıcı tepkisi olduğunu öne süren Hume gibi filozoflar da kısmen dahil edebilir. Fakat bu sanat anlayışının en önemli temsilcileri daha ziyade romantiklerdir.
- Bu sanat telakkisinin kusursuz örneğini Benedetto Croce’de (1866-1952) bulunduğu iddia edilir.
Yine 18.yy’dan itibaren ama özellikle 20. Yüzyılda sanatın özünü belirleme çabalarında, dikkatin odak noktasına soyutlama ve form geçer.
- Nitekim bu anlayışın en önemli temsilcisi olan İngiliz sanat eleştirmeni Clive Bell “anlamlı formun” ya da “formel yetkinliğin” sanatın yegane özsel özelliği olduğunu öne sürmüştür.
Söz konusu özcü teoriler, sanatta içselci bir yaklaşımı temsil eder, yani sanatın sadece estetik ya da sanatsal unsurlar üzerinden tanımlanabileceğini savunur.
Sanat Teorileri: 20.yy’da Sanat Teorileri
Yirminci yüzyılda, özcü yaklaşım önemli ölçüde son bulur.
- Yirminci yüzyılın sanatı, onun özsel bir özelliği yoluyla tanımlama çabalarının ağır bir darbeyle karşılaştığı bir dönem olduğu söylenebilir.
Sanatta artık, özcülük karşıtı bir yaklaşım ya da anti-özcülük egemen olur.
- Sanatta anti-özcülüğü besleyen iki önemli kaynak olduğu belirtilir.
Anti özcülük: Analitik felsefe ile sanat sosyolojisi
Analitik felsefe:
Bunlardan birincisi, analitik felsefedir.
Nitekim bu felsefe geleneği içinde yer alan ünlü düşünür Wittgenstein,
- klasik ya da özcü sanat anlayışlarından hiçbirinin sanatı belirleyen bütün gerek ve yeter koşulları ifade edemediğini ve dolasıyla, sanatın özünü ortaya koyamadığını belirtir.
- Bunun da en önemli nedeni, böyle bir özün olmaması ihtimali, hatta gerçeğidir.
Yani Wittgenstein bazı sanat eserleri arasındaki belirgin benzerliklere rağmen, bütün sanatların ya da tüm sanat eserlerinin hepsinin birden paylaştığı ortak hiçbir yön, gözlemlenebilir hiçbir özellik, ortak bir payda olmadığını ileri sürer.
Sanat sosyolojisi:
Özcülüğe indirilen darbenin diğer bir noktası ise, sanat sosyolojisinde bulunur.
- Dilin kendisinin tarih içinde ortaya çıkmış kültürel bir ürün olduğu gözleminden hareket eden sosyolojik yaklaşım, sanat üzerine spekülasyonda bulunan filozofların kendilerini kültürel bağlamdan ve tarihsel gelişmeden soyutladıklarını ileri sürer.
Böylesi bir soyutlamanın sonucu olarak da evrensel bir geçerliliği ya da uygulaması olan bir sanatsal nesne, kategori, faaliyet ya da tutum bulunduğu varsayılır.
- Özcülük, bir şeyi belirleyen, her ne ise o yapan birtakım özellikler bulunduğu görüşüdür.
- Özcülük karşıtları, sanatı belirleyen bir özün olmadığını ileri sürerken onun üretildiği tarihsel ve kültürel bağlamdan soyutlanmayacağını ileri sürerler.
Bu, varsayımın hatalı olduğunu dile getiren bir diğer görüşe göre ise, bunun sebebinin sanatın:
- Tarihsel, toplumsal ve kültürel bağlamından soyutlayarak ele almanın ne mümkün ne de doğru olmasıdır. Sanatın, geçmişinin sanatın şimdisini belirlediğini, onun ancak toplumsal bir zemin üzerinde anlaşılabileceğini dile getiren bu yaklaşımı,
- en iyi Marksist sanat görüşü, George Dickie tarafından ortaya konan kurumsal sanat anlayışı ve Arthur Danto tarafından geliştirilen tarihsel sanat teorisi ifade ettiği söylenebilir.