Bilinc.tin.us Estetik Felsefe

Estetik Nesne: Estetik Değer

Estetik nesne olarak, sanat eserinde fiziki boyut ile anlam boyutu, estetik nesnenin en azından iki farklı değer ihtiva ettiği manasına gelir.

  • Bunlardan birincisi, duyumsal değerlerdir. Söz konusu değerleri, estetik özne ya da gözlemci, fenomenal nesnenin duyumsal özelliklerinden keyif aldığı, haz elde ettiği zaman idrak etmiş olur.
  • Başka bir anlamda, bir estetik nesnede “duyumsal özellik ya da değerleri”, söz konusu nesnenin dokusundan, renklerinden, tonundan, kısacası fenomenal nesneden hoşlandığımızda, o bize duyumsal bir keyif verdiği zaman keşfederiz.

Bununla beraber, “duyumsal değerlerin idrak ve takdir edilmesi”, sadece bir ilk aşama olup, estetik özneyi çoğu durumda sanat eserinin formel değerine götürür.

  • “Estetik nesne ya da sanat eseri” için form, onun dış görünüşü ya da şeklinden ziyade, parçalarının karşılıklı ilişkilerinin belirlediği genel yapı, bütünsel organizasyondur.

Sanat eserinin formundan söz edildiği zaman, genellikle eserin, onu meydana getiren parçaların karşılıklı ilişkilerinin sonucu olan bütünsel organizasyonu anlamında genel yapısı anlatılmak istenir.

  • Sanatsal formun ölçütü olarak da genellikle birlik, hatta organik birlik ölçütü önerilmiştir.
  • Birlik hemen her zaman kaosun, karışıklığın ve uyumsuzluğun tam karşıtını ifade eder.
  • Yani bir nesne birlikli olduğu zaman, onu meydana getiren parçaların, ahenkli bir bütün içinde ve gereksiz hiçbir şey ihtiva etmeyecek şekilde, bir araya getirilmiş olmasını anlatmak isteriz.

Estetik nesne ya da sanat eserinin söz konusu duyumsal ve formel değerleri, birlikte, onun en temel değeri olarak güzelliği meydana getirir, ona katkı yapar.

Estetik Nesne: “Estetik bir kavram olarak güzellik”

Genellikle sanatsal bir nesnenin şekil, renk, ses, tasarım ya da ritim gibi duyusal tezahürlerden doğup insan zihnine bir algısal haz deneyimi, bir anlam ya da doyum sağlayan bir özelliği olarak tanımlanır.

  • Bununla birlikte, güzelliğin tam olarak ne olduğu, onun nesnel ve mutlak bir değer mi yoksa öznel ve göreli bir değer mi olduğu, estetiğin uzun tarihinin en önemli sorusunu oluşturur.
  • Nitekim Antik çağda Yunanlı düşünürler, güzelliğin tanımlanabileceğini savunup onu düzen, birlik, uyum, oran, ölçü ile iyilik gibi niteliklerin bir birleşimine indirgeyen, bazı modern düşünürler güzelliğin tanımlanamayacağını savunmuşlardır.

Buna göre, İlk ve Orta Çağ düşüncesi, güzelliği nesnel bir nitelik olarak değerlendirir ve güzelliği de diğer nitelikleri nasıl algılıyorsa, o şekilde algıladığımızı savunur,

oysa modern felsefede güzellik daha çok öznel bir açıdan değerlendirilmiştir.

  • Buna göre modern felsefe açısından güzellik, mutlak değil de göreli bir kavramdır.
  • Güzellik, şeylere belli bir biçimde bakış tarzımızın sonucu olup kişinin duygularıyla, özellikle de beğeni duygusuyla ilgili bir konudur.

Buradan hareketle, felsefi güzellik teorilerinin, en azından klasik ve modern olarak ikiye ayrıldığını öne sürebiliriz.

Felsefi güzellik teorilerinin, klasik ve modern dönem bakışları:

Klasik denilen gelenek, İlk Çağda, Pythagoras’tan başlayıp on sekizinci yüzyıla kadar sürer.

Modern gelenek ise, esas itibarıyla on yedinci yüzyılda başlayıp on sekizinci yüzyılda doruk noktasına ulaşır.

  • Bunlardan her yönden nesnelci olan birincisine aynı zamanda Pyhagorasçı gelenek, buna mukabil on sekizinci yüzyıl öncesinde ilk kez Sofistlerde ve Epikürosçular’da görülen,
  • her bakımından öznelci olan ikinci geleneğe aynı zamanda hazcı gelenek adını verebiliriz.
  • Pyhagorasçı gelenek, güzelliğin esas itibarıyla doğada, müzikte ve matematiksel teoriler türünden entelektüel yapımlarda örneklendiğini düşünür ve onu bu üç örnekten sonra başka alanlara teşmil eder.

Örneğin Pyhagorasçılara göre, dünya unsurları arasında belli bir ölçü, orantı, düzen ve ahenk olduğu için güzeldir.

Müzikteki ahengin, dünyanın temelindeki ahengi yansıttığını öne süren bu yaklaşım, güzellikle özdeşleştirdiği ahengi sayıya indirger.

  • Söz konusu Pythagorasçı gelenekte güzellik, zaman içinde ahlaki güzellik idesi ve entelektüel ürün ya da eserlerini de kapsayacak şekilde genişletilmiş olup, güzelliğin metafiziksel ya da en azından ontolojik boyutunu açıklıkla ortaya koyar.
  • Bu realist güzellik anlayışında, güzelliğin mutlak ve evrensel bir boyutu kadar, göreli bir boyutundan söz etmek mümkündür.
  • Nitekim aynı gelenek içinde yer alan Platon’a göre, duyusal dünyada var olan somut şeylerin güzelliği değişebilir veya yok olup gidebilir; bazılarına güzel görünen başkalarına böyle görünmeyebilir.
  • Fakat güzelliğin bu zamansal ve göreli cisimleşmelerinin üstünde ve ötesinde, ezeli ve ebedi bir Güzellik ideası vardır.

Oysa hazcı gelenekte ya da modern felsefede güzellik, realist ve nesnel boyutunu büyük ölçüde kaybederek esas itibarıyla öznel bir açıdan değerlendirilir.

  • Başka bir deyişle, hazcı güzellik geleneğinde, bütün estetik kavramlar gibi, güzellik kavramı da estetik deneyimin nesnelerinden ziyade, öznede ya da beşeri deneyimde konumlanır.

 Örneğin yüce ve güzellik idelerimizin ve dolasıyla, kavramlarımızın kaynağını araştıran Burke onların nesnelerin bizatihi kendilerinden değil deneyimlendiği şekliyle nesnelerden geldiğini söyler.

Estetik Nesne: Hume ile Estetik Algısı

Hume da güzellik değerinin ya da genel olarak estetik kavramlarının öznel olduğunu, yani dünyayı belirli şekillerde tecrübe etmek için gerekli psiko-fiziksel donamına ya da bir “beğeni mekanizması”na sahip insan varlıklarına bağlı bulunduğunu öne sürer.

Güzelliğin, konumlandığı yerin ya da estetik deneyim ve kavramların, temel merkezinin bu beğeni mekanizması olduğunu öne süren Hume’a göre söz konusu yetenek ya da kapasite, sadece bir kimsenin, söz gelimi bir gülün güzel olduğunu öne sürebilmesi olgusunu açıklamakla kalmayıp öznel “beğeni standardına” ampirik bir temel sağlar.

  • Buna göre, uygun renk görüsüne sahip olup belli bir eğitim sürecinden geçmiş insanlar, nesneler için uygun renk kavramlarını doğrulukla kullanırlar.
  • Aynı şekilde beğeni duygusu yeterince gelişmiş ve estetik kavramları yerli yerinde kullanmayı öğrenmiş insanlar da güzellik kavramını rahatlıkla, üstelik başkalarıyla belli ölçüler içinde uyuşacak ve hatta az da olsa bir miktar nesnellik temin edecek şekilde kullanırlar.
  • Çünkü Hume’a göre, dünyada bir beğeni farklılığı ve çeşitliliği olmakla beraber, bu çeşitlilik içerisinde herkes tarafından beğenilmekte olan sanat eserleri de ortaya çıkar.

Söz gelimi Homeros’un ya da Shakespear’in eserlerinin hemen herkes tarafından beğeniliyor olması, bu tür eserlerin onları algıladığı zaman insan zihninin hoşuna giden niteliklere sahip olduğunu gösterir.

  • İnsanda hoşlanma uyandırmaya uygun düşen niteliklere sahip bu eserleri algılamaktan zihnin hoşlanma duyması ise zihnin, Hume’un “beğeni ilkeleri” veya “sanat kuralları” dediği şeye göre işlemde bulunduğu anlamına gelir.
  • Yani bizzat “beğeni mekanizması”na bağlı bulunan bazı biçim ya da nitelikler, hoşlanmanın kendisine dayandığı bir ölçüt oluştururlar.

Demek ki nesnelerin birtakım özelliklerinin algısının, insan zihninde hoşa giden bir güzellik duygulanımı meydana getirmesi, bir beğeni ilkesinin varlığına işaret eder.

İnsanların belli sanatsal eserlerin güzelliği üzerinde uyuşmalarını temin eden bu “beğeni ilkesi” katkısına rağmen, Hume’un da son çözümlemede güzelliğin nesnede değil, gören gözde olduğunu söyleyenler arasında yer aldığını söylemek doğru olur.

 

 

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir Cevap Yazın