Mütekabiliyetçi doğruluk veya uygunluk teorisi, epistemoloji de hakikat ya da doğruluğun özüyle ilgili olarak İlk Çağ’dan günümüze değin, öne sürülen teori ya da görülerden biridir. Bunlardan birincisi, ilk defa Platon tarafından Sofist adlı diyalogda ortaya konan ve hakikatin zihin ile şeylerin uyuşmasından, düşüncenin şeylere uygunluğundan meydana geldiğini ifade eden mütakabiliyetçi doğruluk görüşüdür. Bu doğruluk anlayışına göre, bir tümce ya da önerme, ona karşılık gelen olay, olgu ya da durumun fiilen var olması koşuluyla doğru olur. Gerçekten de karın beyaz olduğu inancı doğruluğunu dış dünyanın belli bir özelliğine, karın beyaz olması olgusuna borçludur.
Aynı şekilde kedilerin miyavladıkları inancı ya da kedilerin miyavladıklarını bildiren önerme, söz konusu hayvanların miyavlamaları olgusundan dolayı doğrudur. İşte bu çok sıradan gözlem ve hakikatler, başta Aristoteles olmak üzere, pek çok düşünür tarağından en yaygın bir biçimde kabul edilen doğruluk teorisi olarak mütekabiliyetçi doğruluk teorisine vücut vermiştir.
Aristoteles
Aristoteles, öncelikle yalnızca haber kipindeki cümlelerin bir doğruluk değerine sahip olabileceğini, yani hüküm veren, bir şeyin var ya da vakıa olduğunu bildiren yargılı cümlelerin ya da önermelerin bir doğruluk değeri alabileceğini öne sürmüştür. Onun bakış açısından da mütekabiliyetçi doğruluk, doğru önermenin dile getirdiği ya da karşılık geldiği olguyla aynı yapıya sahip olması durumunu ifade eder. Bu doğrultuda, doğruluk cümle veya önermelerin bir özelliği ve gerçekliğin bir fonksiyonu olup gerçekte olanı olduğu gibi, yansıtan, yani gerçeklikte birleşik olanı birleşik, ayrı olanı da ayrı gösteren önerme doğrudur.
- Söz gelimi “ Kar beyazdır” önermesi kar ile beyazlık gerçekte birbirinden ayrılmaz ya da birleşik olduğu için doğrudur. Oysa “Kar siyahtır” önermesi gerçekte ayrı olanı birleşik gösterdiği için yanlış olmak durumundadır.
Skolastik formülasyonuyla “doğruluk”,
veritas estadaequatio rei et intellectus diye ifade edilmekteydi.